BİRCAN BİROL
Şu sıralar Türkiye’nin kilometrelerce uzağında, İskoçya’da, dünyanın en geniş kapsamlı sanat festivali olan Fringe Festivali tam 70’inci kez düzenleniyor.
Ağustos ayı boyunca süren festival kapsamında, ne yazık ki Türkiyeli katılımcı sayısı yok denecek kadar az. Ancak, dört yabancıdan oluşan ve Türk makam müziği icra eden Meşkhane grubu, bu seneki festivalde İstanbul’un ezgilerini İskoçya’ya taşımayı başardı.
Hatta müzikleri öyle ilginç bulundu ve beğenildi ki, festivalin önde gelen eleştirmenlerinden tam puan aldılar.

Fotoğraflar: Bircan Birol
Meşkhane’nin yoğun programına rağmen, İstanbul’da tanışan bu dört ‘yabancının’ başarısını dinleme, hikâyelerini, festival deneyimlerini ve Türkiye hakkındaki düşüncelerini öğrenme fırsatı buldum. Ben sordum, İskoç ‘darbukacı’ Stuart Dickson ve Fransız klarnetçi Yann Le Glaz oldukça samimi şekilde cevapladı.
Sizi bilmeyenler için klasik bir soruyla başlayalım. Meşkhane grubu kimlerden oluşuyor, tam olarak ne yapıyorsunuz?
Yann: Türk müziği yapıyoruz. Her birimiz başka ülkelerden geliyoruz ama birbirimizle Türk müziği üzerine çalışırken İstanbul’da tanıştık. Stuart, İskoç; darbuka ritm ve davul çalıyor. Joachim Danimarkalı; Türk stili ud çalıyor. Georgi Bulgar; kanun çalıyor. Ben ise saksafon ve biraz da ney ve gırnata çalıyorum. Makam denilen müziği icra ediyoruz. Makam solfej gibi ama Avrupa müziğinden değişik kuralları var.
Neden klasik Türk müziğini tercih ettiniz?
Stuart: Kişisel olarak diyebilirim ki ben Türk müziğini seçmedim, o bana geldi. Mühendislik kariyerimi bir kenara bırakıp, dünya ritim ve perküsyon müziğini keşfetmek için dünyayı dolaşmaya başladım. Uganda ve Mısır’dan sonra Türkiye’ye geldim. Planım daha fazla ülkeyi ziyaret etmekti aslında ama Türkiye’de kalakaldım. Meşkhane’yle Türk müziğiyle tanıştım diyebilirim. Ondan önce solo perküsyonla ilgileniyordum ama son üç yıldır hepimiz Türk müziğiyle içiçeyiz ve çalıyoruz.
Meşkhane’nin anlamı nedir?
Yann: Meşkhane, Osmanlıca kökenli bir kelime. Hane ev demek. Meşkhane eskiden gidebileceğin ve müzik üzerine doğrudan ‘hocandan’ öğrenebileceğin yer anlamına geliyor. Meşk ise sufi kökenli. Bir çeşit meditasyon gibi, elementlerle ilişki halinde olmak ve bunu hissetmek gibi spritüal ve İngilizce açıklanması zor bir anlamı var! (Gülüyor) Herhalde burada en yakın his olarak sarhoş olmak örneği verilebilir, his olarak yani…
Ne kadar zamandır beraber çalışıyorsunuz?
Yann: Beraber dört yıldır çalıyoruz. Bundan önce trioyduk, yani üç kişi çalıyorduk. Sonra Joachim bize katıldı. Önce İstanbul’da çalıyorduk, sonra Avrupa’da tura çıktık. Şimdi ise Fringe Festivali’ndeyiz ve bu bizim ilk festival deneyimimiz.
‘Avrupalılar 9-8’lik bilmiyorlar ama; müziğimizde dans ediyorlar’

Le Glaz
Avrupa’da gerçekten insanların çok yabancı olduğu bir müzik yapıyorsunuz. İnsanların tepkisi size nasıl oldu şu ana kadar, müziğinizi nasıl buldular dünya çapında?
Yann: Şöyle diyebilirim, şu an Balkan müziği Avrupa’da çok moda; ama Türk müziği çok bilinmiyor. Biz çalmaya başladığımızda, insanların kulağına yepyeni bir müzik olarak geliyor. Fransa’da çaldığımızda insanlar sadece müziğe değil; kanun, ud gibi enstrümanlara da ilgi gösterdiler. İnsanlar müziğimizi keşfettiğinde çoğunlukla seviyorlar. Özellikle bu müzik insanları dans etmeye teşvik ediyor. Tabii kimsenin nasıl 9-8’lik dans edileceğine dair bilgisi yok ama nasıl hissederlerse öyle dans ediyorlar.
Stuart: Burada sokakta çaldığımızda özellikle, insanlar çok şaşırdı. Müziğin çeşidini, ne çaldığımızı sordular. Ulusal basında ve festival değerlendirmelerinde çok güzel övgüler aldık. Hatta bazı insanlar yaptığımız müziğin daha iyi yerleri hak ettiğini söylediler. Klasik Türk müziği, enstrümanlar ve ritim insanlar için gerçekten çok ilginç. Bence İskoçya’da çalmak bizim için biraz riskli çünkü insanların dünya müziğine özellikle de Türk müziğine dair hiçbir fikri yok. İnsanlar için yeni bir müzik ama bir İskoç olarak buradaki insanlara özellikle Türk müziğini göstermek istiyorum. Kısacası şu ana kadar aldığımız tepkiler gerçekten harika.
Türkiye’de yaşayan insanlar için bile oldukça eski bir tür olan, klasik Türk müziği icra ediyorsunuz. Türkiye’dekilerin tepkisi nasıl oluyor sizi dinlediklerinde?
Yann: Yurtdışında yaşayan Türkiyeliler, bizi her dinlediklerinde çok mutlu oluyorlar. Türkiye içindeyse çoğu zaman insanlar mutlu oluyorlar; ama özellikle Türkiye’de çaldığımızda çok fazla eleştiriyle de karşılaşıyoruz. Çünkü herkes için normal, alışılageldik bir müzik ve bu biraz da zorlu bir iş aslında. Afrika’da çalsan bu müziği, hata bile yapsan çok değişik gelir ama İstanbul’da çalınca mesela insanlar konserden sonra gelip ‘Darbuka çalışını beğenmedim’ ya da ‘Şurada yanlış yaptın’ diyebiliyorlar.
Hala alışamadınız mı, bizim memlekette herkes her şeyin uzmanıdır!
Yann: Doğru! (gülüyor)
Şu an Fringe Festivali kapsamında çalıyorsunuz ve ne yazık ki siz Avrupa’nın en büyük sanat festivalinde Türk müziği yapan tek grupsunuz. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Yann: Müzik dalı dışında diğer dallarda da bir elin parmağını geçmeyecek insan var Türkiye’den. Bizim Türkiye’de birçok müzisyen arkadaşımız var. Problem şu ki, çoğu Türkiyeli müzisyen vize problemleri yüzünden bizim gibi kolayca seyahat edemiyor. Türkiye pasaportuyla vize almak çok kolay değil ne yazık ki. Mesela bir Türk arkadaşımız daha geçen gün sınırdan geçemedi, olağanüstü hal koşulları yüzünden de iyice zorlaştı. Bunun yanında yabancı ülkeler, para, banka hesabı gibi bir sürü şey istiyorlar. Türkiyeli müzisyenler için yurtdışında çalmak gerçekten kolay değil ne yazık ki.
‘Taksim’deki muhafazakar değişim müziğe yardımcı olmuyor’

Dickson
Peki, ‘yabancı’ olmak ne anlama geliyor sizin için Türkiye’de? Ya da soruyu açalım: Yabancı müzisyen olmak…
Yann: Öncelikle bu nerede yaşadığına göre değişiyor. Biz İstanbul’da yaşadık ve İstanbul 18 milyon insanla, bir ülke içinde başka bir ülke gibi. İstanbul’un içinde o kadar çok değişik insan var ki… Mesela ben bir dönem Sütlüce’de yaşamıştım ve muhafazakar bir yer. Gerçekten insanlarla, komşularınla iletişim kurmak orada çok kolay değildi; ama örnek verirsek aynı mahallede bir apartman dolusu mülteci Türkmen yaşıyordu. Her zaman bize karşı çok kibar ve misafirperverlerdi. Son birkaç yıldır İstiklal’de -müzisyenler için cennet diyebileceğimiz bir yer- hiçbir şey bulunamaz oldu. Çoğu yer Kadıköy’e veya Karaköy’e taşındı veya kapandı.
Stuart, sen şu an Türkiye’de yaşayan tek grup üyesisin. Sen ne düşünüyorsun?
Stuart: Evet hala Türkiye’de yaşıyorum. Bu çocuklar bir şekilde kaçmayı başardılar nasıl olduysa. (gülüyor) Açık konuşmak gerekirse ben de taşınmayı düşünüyorum. İstanbul hala geniş bir alan, müzik dünyası açısından; ama Avrupa’da bu işi devam ettirmek daha iyi olacak gibi duruyor. Mesela Yann’ın dediği gibi Taksim- İstiklal, tamamen değişti. Hükümet daha muhafazakar insanları oraya yönlendiriyor. Bu da bizi kötü etkiliyor.
Fakat siz de bir şekilde muhafazakar denilecek bir müzik yapmıyor musunuz?
Stuart: Bence müzik muhafazakar olamaz, belki muhafazakar söze sahip olabilir, sadece bu. Belki bizim müziğimiz muhafazakar olarak değerlendirebilir ama müzik kendisini ifade eder özünde. İnanıyorum ki bu müzik herkese dokunuyor. Bunun yanında biz oldukça açık görüşlü dünya insanıyız. Bu durum bence müziği yapan insana, müziğin verdiği mesaja göre değişir.
Bu muhafazakar değişim sizi nasıl etkiledi mesela?
Stuart: Örnek vereyim. Mis Sokak’ta çalmayı çok seviyorduk. Orada sabahlara kadar çalardık ve insanlar bizimle birlikte dans ederdi. Şimdi yine bulabilirsin bu çeşit mekanları İstanbul’da; ama her şey değişiyor. Şimdi, ne yabancı öğrenciler ne de Taksim’e gidip müzik dinlemeyi seven insanlar Taksim’e gelmiyor. Çünkü kimse şu anki halini sevmiyor. Bazı insanlar tehlikeli buluyor. Durum şu ki, turizm ve Taksim’in muhafazakar turist çekim merkezi haline gelmesi insanları uzaklaştırıyor. Ben tabii ki herkesi kabul etmeyi tercih ederim, ama bu ‘yaşam tarzı’, müziğe ve müzisyene ne yazık ki yardımcı olmuyor.
‘Türkiye’de tehlikede hissetmiyorum’
Türkiye de gerçekten müzisyen olarak para kazanabilmek mümkün mü?
Yann: İstanbul’da evet, hayatını sürdürebilmek için yeterli miktarda para kazanabilmek mümkün. Ama bu sadece İstanbul için geçerli bence. Bence sorun sadece para değil, İstanbul da değişmeye başladı. Mesela müzik aletinle metroya metrobüse bindiğinde her seferinde polis güvenlik gerekçesiyle enstrüman kutusunu açmamı istiyordu.
Sizce Türkiye tehlikeli bir ülke mi?
Yann: Hayır tehlikeli olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’nin birçok yerini ziyaret ettim kız arkadaşımla birlikte… Kendisi Türk ve her zaman insanlar çok nazik davrandılar bana karşı. Cidden kimse yaşam tarzımızla ilgili sorular sormadı. Çoğu zaman bizi evlerine davet edip yemek pişirdiler -ve daha çok yemek pişirdiler. (gülüyor) Ve tabii ki çay ve daha çok çay! Belki savaş bir takım şeyleri değiştirdi ama ‘Tehlikedeymiş gibi hissediyorum’ diyemem.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Stuart: Müzik çalışmalarına devam edeceğiz. Özellikle müzik, her seferinde yeniden çalışılmaya ve keşfedilmeye değer bir şey. İnsanlar bizi internetten takip edebilir, albümlerimizi alarak destek olabilirler. Bence Fringe’le iyi bir başlangıç yaptık. Kişisel olarak ise şunu söylemek isterim: Benim mühendis olmak gibi çok güzel bir olanağım vardı. Fakat her şeyi bırakıp tutkularımı takip ettim. İnsanlara bunu göstermek istiyorum kişisel açıdan… Yeniden başlamak, tutkularınla ilgili bir şey yapmak muhtemel. Sadece müzik açısından değil. Kendi fikirlerini yaşayabilmek, onları takip edebilmek muhtemel!