NUR BANU KOCAASLAN
Soma, Torun Center, Ermenek… Yaklaşık altı ayda iş cinayetleriyle kafamıza kazınan yerlerden bazıları. Bu dönemde hükümetin iş güvenliği alanında aldığı-almadığı önlemler sıklıkla tartışılsa da bu ölümlere ne tür şartların sebep olduğu, emek piyasasındaki dinamiklerin ne olduğu çok fazla irdelenmedi.
Bir süredir iş cinayetlerini aylık ve yıllık olarak inceleyen raporlarıyla Türkiye’de önemli bir eksikliği doldurmasıyla dikkat çeken İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi’nden Murat Çakır ve Neslihan Karatepe’yle emek piyasasını, iş güvenliği alanındaki sıkıntıları ve neleri amaçladıklarını konuştuk.
Çakır ve Karatepe, kağıt üstündeki yasal düzenlemeler bir yana iş güvenliğinde işçileri merkeze alan, tabandan bir mücadeleyle iş cinayetlerinin önüne geçilebileceğini savunuyor.
Farklı ölümler, aynı nedenler
Öncelikle Meclis’ten bahsedelim kısaca, ne tür bir ihtiyaçla kuruldu İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi, neyi amaçlıyor, neler yapıyor?
Çakır: Kendi adıma konuşursam, aynı ölümler, aynı nedenlerle farklı yerlerde gerçekleşiyordu, özellikle inşaat sektöründe mesela. İşçi inşaattan düşüyor ölüyor, bir tek şehirler farklı. Olayın neden olduğu, içeriği hiçbir şekilde değişmiyordu. Biz sendika.org’da bunları amatör olarak kayıt altına almaya başladık.
İyi hoş, kayda alıyoruz da buna nasıl müdahale edebiliriz diye de düşünmeye başladık. O dönem -2010 yılında- yine Tuzla tersanelerinde iki tane grev olmuştu.
Davutpaşa’da aynı zamanda bir patlama oldu, işçi aileleri biraya geldi, oluşturulan kamuoyu çok etkili oldu. İlk kez bir sendika ya da işçi hareketi doğrudan bakanlıkla görüştü. Kot taşlama işçileri, silikozis hastalığı gündeme geldi. Birbirinden yalıtık, biri Davutpaşa’da, biri Tuzla’da biri başka yerde farklı farklı hareketlerin genel bir koordinasyon gereği doğdu ve 2011’de Meclis kurma girişiminde bulunduk.
Emek hareketinin bir ücret refleksi, işsizliğe karşı istihdam talepleri vardı. Ancak şu son 7-8 yıllık süreçte bunun yanında işçi sağlığı ve politikalarını oluşturmak gerekiyordu. Meclis’i emek hareketinin işçi sağlığı ve güvenliğine yönelik bir refleksi olarak görmek gerekiyor. Onca acının, ölümün karşısında ortak bir dil kurmak gerekiyor.
Aşırı çalıştırma işçileri güvenlik önlemlerinden uzaklaştırıyor
Özellikle Torun Center’da 10 işçinin öldüğü asansör faciasının ardından Bakan Faruk Çelik işçilerin bilinç eksikliğinden dem vurdu, medyada iş güvenliği olmayan işçileri hedef alan ‘Akıllanmıyoruz’ başlıklı haberler yapıldı. Akıllanmamaktan mı kaynaklanıyor bu ölümler yoksa altında başka nedenler mi var?
Çakır: İnsanlar 60-65 saat çalıştırılıyor ortalama. Bu iş güvenliği ve sağlığına dair ciddi sıkıntılar doğuruyor. Mesela madenle gündeme gelen rödovans sisteminde 2012’de karar çıkarıyor devlet ‘ne üretirseniz alırım’ diye. Bu da işçileri aşırı çalıştırmaya sevkediyor. İşçiye yönelik ücretlendirme de çıkardığı kömür oranında yapılmaya başlanıyor.
Bir de başka yönü var. İş güvenliğiyle ilgili düzenlemeler olsa bile tornacı arkadaşlar örneğin “Benden bir saatte şu kadar mal üretmemi istiyor. Ben her defasında makinanın güvenlik kolunu güvenlik için indirip kaldıramam” diyor.
Bildirim yapmaya değil yapmamaya teşvik
Aynı fazla üretim baskısından kaynaklanmıyor mu bu ama niye o işçi o kolu kaldırmayı kendi güvenliği için olsa bile istemiyor?
Çakır: Mesela, Türk Metal-İş Sendikası ‘kazasızlık primi’ diye bir şey getirmiş toplu sözleşmede. Normalde diyelim ki elin kesilir bildirirsin, iş kazası olmuştur bunu bildirmen, onların da kayda alması gerekir.
Bir işçi ne kadar süre kaza geçirmezse aldığı prim o kadar yüksek oluyor. Bu aslında şu demek: ‘İş kazası olsa bile bildirim yapma’.
Tam tersine yönlendirmesi gerekirken…
Çakır: Fabrikaları girişlerinde şöyle birşey yazılır: Bugün iş kazasının olmadığı bilmem kaçıncı gün. Ama böyle birşey yok, bir fabrikada iş kazasının olmadığı gün olamaz. Toplu sözleşmeden kastım da bu işte. Bizim bunu tersine çevirmemiz gerekiyor.
O yüzden bunun yerine iş yerlerinde işçi sağlığı kurullarının oluşturulmasını amaçlıyoruz. Bu kurullarda ‘Ne alınacak, nasıl alınacak, nasıl üretilecek, bundan bir saatte ne kadar yapabilir?’ diye konuşulacak, işçilere sorulacak. Çünkü oradaki vasıflı işçiler üretimi en iyi bilenlerdir. Diyecekler ki 1 saatte bu kadar üretim yapılır; 10 tane üretilir, 11’inci üretilmez.
‘Ben de olsam boruların üzerinden atlarım, işçi ne yapsın?’
Bunun üretimde amaçlanan yüksek kâr oranlarına ters olduğu çok açık ama.
Çakır: Mesela bir boru fabrikası gördüm, işçilerin yürüyeceği yürüme yolu yoktu, borular geliyor bazen işçiler eğiliyormuş, bazen üstünden atlıyormuş, boruların üstüne çıkıyorlarmış… Burada iki gün sonra işçi ölümü yaşanır bunu düzeltin dedim.
İşçinin ne kabahati var, ben de olsam ben de boruların üstünden yürürüm nasıl yürüyeceğim? Halbuki bunun düzeltilmesi lazım fabrikanın mimarisinin değişmesi lazım. Ama bu çok maliyetli birşey. İşçi sağlığı ve güvenliği bir maliyet.
En basit iş güvenliği malzemeleri bile verilmiyor çoğunlukla işçilere, kaldı ki mimari değiştirilsin.
Çakır: Yakın zamanda Halkalı’da bir inşaatta şöyle bir sözleşme yaptı işçiler: Kendi iş güvenliği malzemelerini alacaklar, eğer patron işten atarsa parasını verecek bunların. Böyle şey olur mu? Yasal olan patronun zaten alması, işçiyi atarken parasını geri ödemesi diye bir şey yok.
Yasal olarak işini yapmakla bitmiyor
Bir de denetim mevzusu var, ne zaman bir kaza olduğunu görsek arkasından denetimlerde aksaklıklar olduğunu görüyoruz değil mi?
Çakır: Esenyurt’ta 2012’de Marmara Park AVM inşaatında 11 işçi yanarak hayatını kaybettiğinde ben de olay yerine gittim. Sorumlu iş güvenliği uzmanıyla konuştum, olaydan sonra gözaltına alınmıştı ama sonra bıraktılar çünkü ‘yasal olarak’ işini yapmıştı.
Yangından önce her şeyi raporlamış, patronu uyarmış. ‘Burada işçilerin barınma koşulları doğru değil yanacak malzeme var, sünger var yangın çıkabilir’ demiş. Yasal olarak işini yapmış ama ben ona sordum vicdanın rahat mı diye, burada koşullar doğru değil diye rapor yazıyorsun ama düzelmeyince orada kalmaya devam mı? Hiçbir şey demedi bana ne diyecek zaten. Ben olsam böyle bir şeyin vebalini almam.
Sadece raporlamak değil, Hakkı Usta gibi iş güvenliğini aldırtmak önemli
Ama patronu uyarmış, işini yapmış. Daha fazlasını mı yapabilirdi?
Çakır: Mesela bir iş yeri hekimi ikinci kez işten atıldı bu yüzden. Ahmet Tellioğlu işyeri hekimi. Önce bir kimya fabrikasında kullanılan malzemeler işçilerin sağlığında zararlara yol açıyor, değişmesi lazım diyor, bunu dediği için işten atıldı. Organize Sanayi Bölgesi’nde işe girmiş bu sefer, yine aynı sebepten işten atılmış.
Başka bir örnek Hakkı Usta, DİSK Limter İş Genel Sekreteri, ölümler yaşanmaya başlayınca çalıştığı yerdeki patron iyi bu işi sen yap o zaman diyor. Eğitimli falan değil, işçi kendisi. O zamandan sonra orada hiçbir işçi ölümü olmadı. Hakkı Usta, bir işçi gerekli önlemleri almazsa not tutuyormuş, üretime girmeyeceksiniz diyormuş.
Yeni yasada tutanak tutulması, eğer devam ederse işçinin işten çıkarılması gibi bir hak var. Ama Hakkı Usta bunun yerine hayır üretime girmeyeceksin diyor. İşçiler de ‘ya bu Hakkı Usta da herşeyi uygulattırıyor’ diye şikayet ediyor. Ama doğrusu bu, yoksa can yeleği giymiyor diye işçiyi işten atmak değil.
İşyerinde tek kural koyucu patron
Yani Hakkı Usta yasal olandan daha fazlasını yaparak başarılı oluyorsa, yasal düzenlemelerde de bir eksiklik olduğu sonucu çıkmaz mı?
Çakır: Yasal düzenlemelerin olması da bir şeyi değiştirmiyor. Güvenlik kurallarına uymazsa işten atma hakkı veren düzenlemeyi işçileri işten atmak için kullanıyorlar.
Bedaş işçileri buna örnek, iş güvenliği olmadığına dair önce dilekçe veriyorlar. Ardından iş bırakıyorlar ki 6331 sayılı yasanın 13’üncü maddesi bu hakkı veriyor. İşçiler dilekçe verdikleri için değil ama iş güvenliği tutanaklarını basına sızdırdıkları gerekçesiyle işten atılıyorlar. Hani kanuni haktı? Yani yasa, düzenleme istediği kadar olsun işe yaramıyor bazen.
Ya da şöyle bir şey var. TOKİ’de iş cinayeti diye haber geçti Dicle Haber Ajansı. Biz de sitemize koyduk. TOKİ’nin taşeronu Ral Yapı’nın avukatından tekzip geldi. Bizim müvekkilimizin itibarını zedelediniz, haberi kaldırın, tekzipi yayınlayın diye.
Nedenmiş? “E efendim biz işçiye dedik işçi emniyet kemerini takmadı,biz de tutanak tuttuk. düştü öldü.” Ben dedim ama o takmadı diye birşey yok. O zaman atsaydın, kanun da sana bu hakkı veriyor. Yani iş yerinde tek bir kural koyucu var aslında o da patron.
Patates, soğan satar gibi iş güvenliği
Halbuki iş güvenliğiyle ilgili birçok düzenleme yapıldı, her işyerinde iş güvenliği sorumlusu mecburi oldu. Görünürde yararlı olan gerçek hayatta işlevsiz mi?
Çakır: Şu örneği veriyorum mesela devamlı: Eskiden İMES Sanayi Sitesi’nde işyeri hekimi devamlı orada dururdu. İşçilere ait dosyaları olurdu, işçileri tanırdı, derdi nedir, hastalık geçmişi vs. nedir bilirdi.
Ama şimdi ne oldu? Bunlar kalktı, Esenyurt’ta bir OSGB kuruyorsunuz önce; üç doktor, iki mühendis vs. alıyorsunuz sonra yola çıkıyorsunuz. Mecidiyeköy, Pendik, Tuzla, Kartal geziyorsunuz iş güvenliği uzmanıyım diye. Müşteri, firma arıyorsunuz. Kamyonunuz vardır patates soğan diye satarsınız, iş ona döndü.
OSGB mantığı bu, İstanbul’da geziyorsunuz, yarım saat bir saat geliyor bakıyor, başka bir yere geçiyor. Bundan ne kadar verim alabilirsiniz?
İyi de işyeri hekimlerinin devamlı orada bulunması zorunlu değil mi?
Çakır: Belli bir sayıda çalışanın olduğu iş yerlerinde var. Kimya sektöründeki bir dolu işyeri atölyedir, en tehlikeli diye bilinirler ama sabit işyeri hekimliği yoktur.
Tuzla’daki kimya atölyelerinizi gezmenizi öneririm. Bir patlama olduğunda peşi sıra diğerlerine bulaşabiliyor. Mesela OSTİM’de hortum patlaması oluyor patlamanın olduğu işyeri değil yan işyerindeki kişi ölüyor. üstelik çok basit bir patlama.
İş güvenliği uzmanları üstelik patron yanlısı da olabiliyor, bir toplantıda işveren temsilcisi olarak konumluyorlar kendilerini. Görmüyor, görmemezlikten geliyor.
Yasal olanı söyleyince başınız derde giriyor
Nasıl yani?
En son ÇAPA Tıp Fakültesi’nde bir işçi arkadaşımız hayatını kaybetti, Zafer Açıkgözoğlu. Bunun ardından iş güvenliği uzmanı eğitim verirken ‘Burası az sayıda çalışanın olduğu bir yer, eğitimin 8 saat olması gerekiyor’ diyor.
Bir doktor arkadaşımız da ‘Hayır ama burası hastane, çok tehlikeli işyerine girer, 16 saat olması gerekiyor’ diye karşı çıkıyor. Ayrıca 400 kişiyi amfiye toplayarak iş güvenliği eğitimi olmaz diyor. Bunun üzerine taşeron şirket bu hekimi dekanlığa şikayet etti. Dekanlık da arkadaşımıza soruşturma başlattı. Varolan yasal şeyi söyleyince soruşturma açılıyor, bu nasıl olabilir?
Çalışan arkadaşların çoğu, temizlik şirketinde gözüktükleri için genel iş koluna giriyor diye geçiyor iş güvenliği uzmanı. Geliyor, şirketin künyesine bakıyor, ‘Burası genel iş yerine giriyor, eğitimi de 8 saat yapılacak’ diyor.
Bakanlık ölümleri tonaj başına hesaplıyor
Bu anlattığınız tabloda devletin yeri hiç yok yalnız…
Çakır: Devlet ne yapıyor, mesela Madenciler Derneği, bir sempozyum düzenliyor 4-5 Aralık’ta. ‘Uluslararası Madenlerde İş Sağlığı ve Güvenliği Sempozyumu’ diye. Çalışma Bakanlığı, uluslararası şirketler, örgütler düzenliyor bunu. İçlerinde Soma AŞ ve Cengiz Holding’in de olduğu patronlarla aynı masaya oturuyor. Biz de şunu demeyi düşünüyoruz bu sempozyumu yapmayın yaparsanız biz de geleceğiz diye.
İş cinayetlerinde Türkiye, El Salvador, Bangladeş, Çin, Hindistan, Cezayir gibi ülkelerle benzer bir tabloda.
Bakanlığın bakış açısıysa şöyle; açılan iş yerleri daha fazla olduğundan aslında işçi ölümleri artmıyor ya da Çin’den geriyiz çünkü tonaj başına daha az işçi ölüyor. Böyle birşey olabilir mi, bir ülkede iş cinayeti sayısı eğer düşmüyorsa yıllar içinde trend olarak, iş cinayetleri azalıyor anlamına gelmez.
SGK iş cinayeti değil dosya hesaplıyor
O zaman sizi de iş cinayetlerini raporlamaya iten faktörlere bakalım biraz da. Devlet kayıt altına almıyor mu hiç?
SGK açıklıyor ama bu kayıtların sendika ve emek örgütlerince alınmaması gerekiyor bence çünkü SGK dosya kapama olarak bakıyor ölümlere. Örneğin Davutpaşa’daki altı yıl önceki 20 işçinin öldüğü patlama.
Mahkemesi oldu, davası oldu uzadı. Bu dosyayı hangi yıl kapatıyorsa buradaki ölümleri o yılın verilerine ekler. Yani o yıl olanları kayıt altına almaz SGK, sadece o sene kapanan dosyaları sayar. Onu da iki sene geriden açıklar.
Başka bir kayıt sistemi yok mu yani?
Resmi olarak SGK kayıtları tutuyor bir tek. SGK kayıtları, hastane kayıtları, adli tıp kayıtları, karakol kararları derlenip Türkiye’de olan iş cinayetleriyle ilgili gerçek sayılara ulaşılabilir. Medya kayıtları var, onlar kullanılabilir.
Siz ulaşabiliyor musunuz tüm bunlara?
Hayır, paylaşmıyorlar.
Devlet istese gerçek rakamlara ulaşabilir
Devlet bunları kendisi derliyor mu?
İsterse yapar, ama yapmıyor. Devlet eğer isterse kaç işçi, nerede, nasıl ölüyor ulaşabilir, isterse ama…
Sizin rakamlarınızla gerçek sayılar arasında ne kadar fark vardır peki?
Ortalama 2-3 katı olduğunu düşünüyorum en az.
İşçi ölümü ‘yeni gelinin acı sonu’ diye yazılıyor
O kadar farkediyor mudur? Bizi sarsan rakamlardan daha fazlası var yani?
Mesela, gazetelerin olayları verme şekline bakalım. Bir haberi ‘İmam en acı namazını kıldırdı’ diye veriyor. Halbuki okuyunca sağlık teknisyeni bir arkadaşın işte hayatını kaybettiği haberi olduğunu anlıyorsunuz. Babası imammış haberi oradan görüyorlar.
Başka bir haberi buluyorsun, ‘yeni gelinin acı sonu’, o da sağlık teknisyeni, o da iş cinayetinde ölmüş. İnsanlar ölüyor ama yeni gelin, babası imam vs. diye görüyorlar haberi. Veri toplamak zorlaşıyor.
Siz esnaf ve toprak sahiplerini de alıyorsunuz verilerinize değil mi?
Çakır: TÜİK çalışan sayısını açıkladı mesela 30 milyon olarak. Kayıtlı-kayıtsız. Ama bizce daha büyük bir rakam olmalı. Köylüler, tarım emekçileri, esnaf da olmalı. Bölüşüm işlerinde aldığı pay nedir bu insanların buna bakıyoruz biz. Evet bakıyorsun tarlası var, çapası var ama fakirlikten kırılıyor. Ona toprak sahibi diye bakamıyorsun.
İstanbul’da köpek saldırısıyla işçi ölüyor
İnşaat ve maden son dönemlerde en çok dikkat çekenleri, ama artışın olduğu diğer sektörler neler?
Çakır: Taşımacılıkta, kimya, elektrik çarpması, metal sektöründe dikkat çekici bir çıkış var. Sağlık sektöründeki ölümlerde artış var. Ama bunlardan farklı olarak mesela İstanbul’da dikkat çeken ve kişisel olarak da kanıma dokunan bir örnek var.
İstanbul Çatalca’da bir güvenlik görevlisi, yeni evlenmiş, altı ay evvel işe başlamış. Sabah altıda vardiyaya çıkıyor. Beş fabrikanın Alman kurdu cinsi saldırıyor arkadaşa ve parçalıyorlar. Bu köpekler toplu olduklarında saldırma güdüleri de artıyormuş. İstanbul’da 2014 yılında bir işçi, köpek parçalamasıyla hayatını kaybediyorsa… Korkunç bir ölüm bu.
Kadın emeği iş güvenliğinde görülmüyor
Kadın emeğinden bahsedelim biraz da, kadınların iş güvenliğinde yaşadığı sorunlar nedir, siz bununla ilgili neler yapıyorsunuz?
Karatepe: İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi şu zamana kadar yaptıklarıyla bir şekilde kendi meşruiyetini kazandı, işçi sağlığında bilinç oluşturmaya başlanıldı ama kadın işçiler konusunda hala eksikler var. Bizim Meclis içinde de, toplum içerisinde de. Bu noktada ‘Evde işte çalışıyoruz sağlığımızdan olmak istemiyoruz’ çalıştayı düzenledik. Farklı sektörlerden kadınların çalışma şartlarına dair verilerin toplandığı bir çalıştaydı bu.
Ne yapıldı bu çalıştayda?
Karatepe: Çorlu’da, Tuzla’da, Çağlayan’da çalışan kadınlarla konuştuk. Farklı yerlerden, farklı kadınlar aynı sorunlardan bahsettiler: Mobbing, taciz, kreş sorunları, uzun çalışma koşulları, gece nöbetleri, vardiya sistemi… Gelinen süreçte farkedilen ihtiyaçlar bizi İşçi Sağlığı ve Güvenliği Kadın Meclisi’ni kurmaya itti.
Kadınlar ve erkekler için farklı güvenlik önlemleri mi gerekir?
Karatepe: İşçi sağlığı ve güvenliği alanı biraz erkek egemen bir alan, eksiklikler erkeklerin ihtiyaçlarına göre düzenleniyor, düşünülüyor. Ama kadın emeği, tarım, hizmet, eğitim, sağlığın yanı sıra fabrikalarda tekstil, gıda gibi sektörlere yoğunlaşıyor.
Örneğin maden ve inşaatta ölümlerin çok fazla olmasından bu alanlara yönelik düzenlemeler yapılsa da kadınların yoğun olduğu sektörlerde bir düzenlemeye gidilmiyor. Kadın emeğinin işçi sağlığı ve güvenliğinde daha görünür olması amacımız. Bunun için bir çalışma başlatıyoruz biz de. Kadın merkezli işçi sağlığı politikalar üretmek istiyoruz.
Neler yapılabilir?
Çakır: Burada ben de bir örnek vermek isterim. Fabrikalarda birçok şey 1.70 boyunda, 70 kilo bir erkeği standart alarak düzenlenir, yani fabrikalarda cinsiyet yoktur. İşçi sağlığı ve güvenliğinde cinsiyet kör düzenlemeler var. Bunların değişmesi gerekir.