
ARZU UZUNALİ
Yaşadığımız dünyada, bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkındayız. Dünya artık bildiğimiz bir dünya değil ve iklim krizi, tüm canlıların yaşam koşullarını zorlaştırmaya devam ediyor. Üstelik ister kurumsal dünya dediğimiz iş dünyasının içinde olalım ister dışında hepimiz için yaşanacak tek bir yer var.
Sürdürülebilirlik kavramı, henüz ortada değilken bile sürdürülebilir bir hayat yaşamaya gayret gösteren Dr. İzel Levi Coşkun şimdi bu gayreti içinde bulunduğu iş dünyasına da taşıyor.
Forvis Mazars Türkiye CEO&Kurumsal Sürdürülebilirlik Elçiliği görevini de üstlenen Coşkun’un, iş dünyasında sürdürülebilirlik konusunda ise harika bir tespiti var: Coşkun, iş dünyası ve kurumsal dünya gibi kavramları kullanmaktan imtina ediyor çünkü bu ayrıştırmanın, iş dünyasının üzerine düşen sorumlulukları kabul etmesi noktasında negatif bir etkiye neden olabileceğini belirtiyor. Sürdürülebilirliği ise canlı veya cansız tüm varlıklarla, aramızdaki bağı görebilmenin farkındalığı olarak tanımlıyor. Kendisiyle yaptığımız, iş dünyası için zihin açan ve temel işleyişi tamamı ile ortaya koyan röportajımızı merakla okumanızı tavsiye ediyoruz.

*Uzun yıllardır sürdürülebilirlik alanında çalışmalar yapıyorsunuz. Bireysel hareketten yola çıkıp deneyiminizi kurumsal dünyaya aktarıyorsunuz. Sizi bu alana yönlendiren şey neydi?
Sürdürülebilirlik konusu aslında benim içimde hep vardı diye düşünüyorum. Bunun sürdürülebilirlik olduğunu ben sonradan anladım. Etrafımdaki dostlarım, hayatımda yaptıklarım, ailem… Beni hep bir yerden doğayla, toplumla örtüşen bir yapının içine sokuyordu.
Dünyanın ateşi var. Bir şeyler yapılıyor ama o ateş düşmüyor. Demek ki biz hala tam olarak doğru yolu bulabilmiş değiliz. Bu noktada da aslında iş dünyası, kurumsal dünya gibi kelimeler kullanmaktan imtina ediyorum. Çünkü sanki iş yapanlar ayrı bir dünyada yaşıyor, diğerleri ayrı bir dünyada yaşıyor da iş yapanlar istediklerini yaparmış gibi bir izlenim çıkıyor oradan. Ben bunu hiçbir şekilde doğru bulmuyorum, bir tane dünyamız var ve hepimiz bütün canlılarla, bir uyum içinde yaşamak zorundayız. Aslında sürdürülebilirliğin bana göre tanımı, James Lovelock’un zamanında ortaya atmış olduğu gibi, ‘Gaia teoremi‘dir. James Lovelock, “Burada dünyadaki tüm varlıkların, eşsiz bir yeri vardır ve siz herhangi bir varlığı sistemden çektiğiniz zaman; o, bütüne zarar verir” der. Sürdürülebilirliğin de bununla çok yakın bir bağı olduğunu düşünüyorum. Sürdürülebilirlik de canlı veya cansız tüm varlıklarla aramızdaki bağı görebilmenin farkındalığı. Bu farkındalık, bizim üzerimize ciddi bir sorumluluk yüklüyor. Fakat biz, bu sorumluluğu aksiyona dönüştürmediğimiz sürece, bu bir düşünce olarak kalıyor. İşte, o aksiyon tarafında yapılması gereken çok şey var.
*İşin içinde bu denli olan biri olarak gözlemleriniz nedir? Kurumsal dünyada ne durumdayız? Sürdürülebilirlik kavramı hakkında bir bilinç oluştu mu?
Son dönemde hem Türkiye’de hem de dünyada birçok standartlar oluştu. İşletmelerin; nasıl hareket edeceklerini, işletmelerin vizyon ve misyonlarına sürdürülebilirliği nasıl entegre etmeleri gerektiğini, iklim krizinin etkileri ve risklerin nasıl ele alınması gerektiğini anlatan standartlar çıktı. İşletmeler de bu konuda birçok noktada adım atmaya çalışıyorlar.
Genel olarak benim gördüğüm yaklaşımda “Ölçüm yapalım, karbon emisyonumuzu ölçelim, insan hakları ve çalışan hakları konusunda adımlar atalım ama iş modelimizi de temelden değiştirecek bir şeyi de pek fazla yapmayalım, yani bildiğimize devam edelim. Bu noktada bir takım taahhütlerde bulunalım, onlar da hasbel kader bir yerlere ulaşırsa… Zaten daha çok vakit var bunları yapabilmemiz için… Allah kerim” deniyor.
*Sürdürülebilirlik adına atılan kurumsal adımları yeterli buluyor musunuz? Derinleşen iklim krizi problemleri sanki daha hızlı adımlar atılmasını gerektiriyor gibi?
Şu an çok acı bir durumla karşı karşıyayız. İklim kriziyle, sosyal eşitsizliklikler de bir problem olarak karşımıza çıkıyor. Biyoçeşitliliğin azalması, çok ciddi bir problem. Biyoçeşitliliğe ek olarak; toprak kaybı, su kaybı ve okyanusların asitlenmesi gibi durumlar var. Bütün bunlar SKA’larda bahsediliyor ve her konu kendi başına, ayrı bir problem.
O yüzden bunları çözebilmek için işbirliğine ihtiyacımız var. Bu da bizim alışmış olduğumuz konvansiyonel iş yapma şekillerinin dışına çıkmamız anlamına geliyor. Sürdürülebilirlik, çevresel sosyal boyutuyla yepyeni bir iş yapma modeline sürüklüyor. İşletmeler, bunu birden bire yapamıyor. Birden bire “Benim bakış açım buydu, buna evireceğim” diyemiyorlar. O yüzden burada, bir sürece ve çerçevesine ihtiyacımız var. Standartlar, işte bu çerçeveyi ortaya koyuyor.
*Peki sürdürülebilir bir dünya yaratmak için bireyden kuruma mı kurumdan bireye hareket etmek mi daha mantıklı? Bireysel çabalar kurumsal çabalar kadar etkili olabilir mi?
Şimdiye kadar yapılan çalışmalarda, belli bir hiyerarşik düzenin olduğunu görüyoruz. Bu düzenin en tepesinde insanın, hatta erkeğin olduğu bir yapı vardı. Ama bu yapı tamamen yanlış bir yapı. Bunun bir hiyerarşik düzen şeklinde değil, herkesin birbirinin tamamlayıcısı olduğu, uyum içinde yaşadığı, bütünsel bir bakış açısı gerektirdiği ve onun çıktısının da şirketlerde entegre rapor olduğu, yani finansal olan ve olmayanın bir arada olduğu ve arasındaki ilişkinin de ortaya koyulduğu bir modelden bahsediyoruz. Şimdi bu model, bizim tek başına insanı düşünmemiz veya tek başına finansal çıktıyı ele almamız gibi bir şeyle bağdaştırılamayacak bir konu. “Bunu neden yapıyoruz? Bizim süreçlerimiz nelerdir? Finansal getiriyi, sosyal ve çevresel etkimizle nasıl dengeliyoruz?” sorularını sorarak hareket etmemiz lazım. Bu da yöneticilere büyük bir sorumluluk yüklüyor. Bizim daha önceki yönetim kurulundan öte paydaşlarımıza karşı bir sorumluluğumuz var, çevre gibi sessiz olan bir paydaşımıza da sorumluluğumuz var. Hoş, şu anda bir şekilde sesini çıkarmaya çalışıyor ve bunu görmekle yükümlüyüz.
Bu durum, “Ben ne yapıyorsam onu yapmaya devam edeyim, sürdürülebilirlik konusuyla ilgili de birilerini yetkilendiririm onlar yaparlar” gibi bir şey değil. Dönüşüme önce kendimizden başlayarak sonrasında ise çevremize yayarak devam etmemiz gerekiyor. Bunu yapacak olanlar da en tepedeki insanlar. En tepedeki insanlar samimiyetle buna inanmadıkları takdirde çok yavaş yol alınır ya da istenilen sonuç elde edilemez. Bizim burada, döngüsel modeller yaratarak, “Bizim girdilerimiz, aktivitelerimiz, çıktılarımız, sonuçlarımız nedir? Bu sonuç tarafında pozitif negatif etki yaratıyor muyuz, toplumsal güven yaratıyor muyuz, yaptığımız işle fayda yaratıyor muyuz?” sorularına cevap verilebilecek iş modelleri kurmamız gerekiyor.
*‘Süreklilikten Sürdürülebilirliğe’ isimli kitabınızda da attığımız her adımda toplum ve çevreyle olan bağımızı fark etmemiz ve kararlarımızı bu yönde almamız gerektiğinin öneminden bahsediyorsunuz. Bireysel ya da kurumsal olarak insanın kendi çıkarını değil de gezegenin çıkarlarını göz etmesi gerçekten mümkün mü?
Seçim yaptığımızda, aslında bir şeylerden de vazgeçiyoruz. O vazgeçtiğimiz şeyler ise çevresel veya sosyal olarak etki yaratacak konular. Biraz önce bahsetmiş olduğum regülasyonlar, işletmeleri belli bir noktada zorlayacak ama asıl zorlayacak olan kullanıcılar yani biziz. Kullanıcıların; tüketici değil, türetici olması gerekiyor.
Türetim kavramını da aslında Uygar Özesmi iyi anlatır. Türetimin, doğayı taklit eden bir tarafı var. Faydayı türetmekten de bahsedebiliriz. Çünkü biz bir şeyi yanlış yaptığımız zaman, negatif etki yaratıyor. Ama biz faydalı bir şey yaptığımız zaman, sadece kendimize değil tüm sistemi düşünerek faydayı yarattığımızda, olumlu etkiler çıkmaya başlıyor. Bizim aslında işletmeleri buna zorlayabilecek yapımız olması gerekiyor. Çünkü biz, her elimizi cebimize attığımızda bir karar veriyoruz. Yemek yerken de bir yerden bir şey ısmarlarken de… O karar yine biraz önce bahsettiğim etik bakış açısına uyuyor mu yoksa eski etiğe mi hizmet ediyor? İşte buralardaki farkları iyi göz etmemiz lazım, kolay bir sorumluluk değil.
*Siz kitabınızda kendi tecrübelerinizi de aktarıyorsunuz. Halihazırda Forvis Mazars Türkiye’nin CEO’su ve Kurumsal Sürdürülebilirlik Elçisi olarak görev yapıyorsunuz. Girişimcilerden şirketlerin CEO’larına, yönetim kadrolarına tavsiyeleriniz ne olur? Sürdürülebilir bir iş dünyası için atılacak öncelikli adımlar nelerdir?
Mesleğe, muhasebeci olarak başladım. O zamanlar sadece finansal tarafta muhasebe tutarak yanlış yapıyordum, şimdi ise her gün muhasebe tutuyorum. O muhasebe de “Bugün yaşadığıma değdi mi?” muhasebesi. Eğer faydalı işler yaptıysam, faydayı türetmeyi becerebildiysem, bugün yaşadığıma değmiştir ve benim hesabım tutmuştur. Yok eğer değmediyse, ertesi güne devreden bir sorumluluğum var demektir.
Uzun zamandır sürdürülebilirlik tarafında çalışmalar yapıyoruz. Benefit Corporation, ‘B Corp’ olma imkânı elde ettik. ‘B Corp‘ olarak da adlandırılan ‘Fayda şirketi‘, şirketin iş ve faaliyetlerinden, toplum ve çevre üzerinde olumlu etki yaratmayı taahhüt eden kar amacı güden bir şirket. Geleneksel bir şirket gibi hissedarlarının yararına kar elde etmeye çalışır ancak olumlu bir sosyal ve çevresel etkiyi, nasıl elde ettiğini de raporlar.
Bu, bizim için çok önemliydi. Benim buradaki esas amacım, tüm departmanların yöneticilerini “Daha iyi bir dünya için nasıl iş yapılabilir?” düşüncesiyle doğru bir yapıya evirmekti. İşte biz bunun sertifikasyonunu aldık. Forvis Mazars’ın, dünyada yüzden fazla ofisi var. Bunu alan ikinci ofisiz, diğer ofis bizden daha ufak. Bizim için çok itici bir güç, şöyle ki B Corp, ‘daha iyi olmak için değil, dünya için daha iyi olmak’ amacıyla kurulan bir organizasyon. Hedef büyümek değil, dünya için iyi şeyler yapabilmek, o yüzden parantez olarak paylaşmak istedim. B Corp şirket sayısının hem Türkiye’de hem de dünyada artmasını diliyorum. İleride People&Planet’e geçilebilir. Mevcut şartlarda, o daha da zor ama ona doğru da evrilmek bir hedef olabilir.