MURAT SEVİNÇ
Hiç utanmıyorlar. Adını bir türlü koyamadıkları bilinçli ya da bilinçsiz ırkçılıkla, ayrımcılık ve nefretle şekillenen ruh halleri, utanç duymalarını engelliyor belli ki. Bu duygunun ne olduğunu unutmuş gibiler.
Aşağıdaki satırlar, mahcup olabilme hasletini yitirenlere…
Hemen sınırımızda, elimizi uzatsak dokunacağımız bir yerde; öğrencimin, komşumun, arkadaşımın eşi dostu, akrabası, yoldaşı, Şeriat devleti kurma derdindeki katil sürüsüyle cebelleşirken, insanlar can derdine düşmüşken, bizim toprağın insanı yaşamını, yani en değerlisini korumaya çalışıyorken ‘kamu malı’ndan söz edebilenler.
Yaşam hakkına değil, belediye otobüsünün metaline, bankamatiğin tuşlarına saygı gösterenler. Fransa’da, Fransız yoksulları araçları yaktığında olup biteni ‘sosyal ve psikolojik’ gerekçelerle açıklayıp konu Türkiye sokakları olduğunda, zarar verilen bir bankamatiği gündeme getirmekten hiç çekinmeyenler.
Kürt nefreti nedeniyle IŞİD’e sempati besleyenler…
Özellikle Kürtler mevzubahis ise ırkçılıkta sınır tanımayanlar. Baş kesen katil ve namussuz sürüsüne, Kürt’ün canına kastedildiği için sempati besleyenler. ‘İnsanlık’ dediğimiz ‘hâl’de, yalnızca kendi çıkarını ve kendine benzeyeni görenler.
Bir yurttaş olarak sizin, ‘otobüsün metali, kaldırımın taşı, bankamatiğin tuşu’ kaygılarınızdan bıkkınım. ‘Kamu’ denildiğinde, onun ‘canını’ değil de yalnızca ‘malı’nı anlamanıza neden olan şu mülkiyetçiliğiniz midemi bulandırıyor. Sizleri hem aptal hem ahlaksız buluyorum. Çok mu sert oldu? Olmadı; emin olun daha ağırına layıksınız.
Kamu malı yani herkesin emeği, elbette değerlidir. Ben ve çevremdeki çok insan, ‘bir kâğıdın her tarafını kullanmalı, kalemi tükenene kadar atmamalı, silgiyi boyunda dolaştırmalı, çıkarken mutlaka ışığı kapatmalı’ disipliniyle yetiştirildik. Eski Türkiye’de böylesi popülerdi. Bizi yetiştirenler, kuru ekmeğin kıymetini bilen savaş dönemi çocuklarıydı.
‘Sergileme, tadını çıkarma, göze sokma’nın ayıp kabul edildiği, çocukların beslenme çantalarına ‘muz’ koymadığı bir ülke vardı. Sonrasında bir kısmımız, bu konuların eğitimini de aldık. Kamu malı, kamu hizmeti, kamuculuk ‘nedir ne değildir’, anlayıp öğrenmeye çalıştık. O meşhur ‘kamu malı’ndaki kamu ifadesinin, ‘insan’dan oluştuğunu anlatmaya çalıştık.
Önce insana sahip çıkın, mala değil
Benzemez yönleri/nitelikleri, kaygıları olan; yurttaş, kadın, erkek, farklı cinsel yönelimde, başkaca inançlara sahip, muhtelif sınıflardan, insan. İnsan olmadığında, ‘kamu’ olmuyor, olamıyor. Haliyle, kamu malı da. Demek ki önce sahip çıkılması gereken o insanın yaşamı, canı. Yaşamından ayrı düşünülemeyecek olan onuru, beden bütünlüğü.
Kalan tüm ilkeler, ‘insan’ yaşamının ‘varlığı’ üzerine inşa edilir. O ‘insan’ın yaşamına, beden ve ruh bütünlüğüne halel geldiğinde, temel hakları yaşama geçirmeye dair diğer tüm ilkeler işlevini yitirir. Önce, ‘yaşam’ korunacak. İşte, öğrendiğimiz buydu. Haliyle, aktarmaya çalıştığımız da.
Buna mukabil ‘yaşam hakkı’ dediğimiz, yalnızca nefes almaktan ibaret değil. O nefesin anlamlı olabilmesi için gerekli çok şey var yapılması gereken. Gerekenlerin çoğuysa, devlete verilmiş görevler. Anayasa’da yer alan temel haklar, insan nefesini anlamlı hale getirmek için tanınmıştır.
Sadece nefes almak yetmez
Devlet, yalnızca ‘yaşa’ diyemez. Nefes alanın, insanca yaşamasından sorumludur. Tek tek saymaya gerek yok; Anayasamız bu amaca yönelik çok sayıda hüküm barındırır. Tabii, özgürlüklere getirilen her hukuk/akıl/bilim/ demokrasi dışı sınırlama, insanın aldığı nefesi yalnızca ‘nefes’ haline getireceğinden, tehlikelidir.
Bu nedenle yurttaş, kendisini sistemin cenderesinden çıkarıp daha ‘insan’ hissettirecek eylemlere yönelir çoğu kez. Bunun adı, bir gün ‘anadilde eğitim,’ ertesi gün ‘eşcinsellerin eşit muamele görme’ talebi olur. Sonuç değişmez: Herkes insan gibi yaşamak ister ve insanca yaşamanın birden çok yolu vardır.
Sorun, farklı talepleri olan yurttaş kesimlerinin hangi devletin yurttaşı oldukları, karşılarında ‘kimi’ ve ‘neyi’ bulduklarıdır. Türkiye yurttaşının talihsizliği, muhatabının Türkiye devleti olmasıdır. Üstelik o devletin şu anki sahipleri, geçmiştekilere rahmet okutacak türden insanlar.
Bankamatik tuşlarına iman etmiş arsızlar
Ancak, bugün Türkiye’de olup bitende payı olan devlet organlarını vs. boş verelim şimdi. Yaşanan rezillikler, yalancılık ve dalkavuklukla sıvanamayacak kadar ortada zaten. Bu satırların temel derdi, kamu denildiğinde ‘mal’ anlayan ve yurttaşın değil de bankamatik tuşlarının korunması gerektiğine iman etmiş arsızlar. Sıradan yurttaşı, gazetecisi, siyasetçisi…
Akıl almaz boyuttaki yolsuzluk iddialarına, kamunun her Allah’ın günü başkaca yollarla zarara uğratılmasına, açık polis şiddetinin aldığı ya da zarar verdiği ‘kamu canı’na gıklarını çıkarmayıp görmezden gelenler, her toplumsal eylemde, bankamatiklerin ve otobüs camlarının yılmaz koruyucusu kesiliveriyor. O çirkin, ırkçı, arsız dilleriyle. Bir de bunun adını hiç arlanmadan, ‘kamuculuk’ koyuveriyorlar. Cumhuriyet tarihinin en dizginsiz özelleştirmelerinin, yurttaşın gözünün içine baka baka, göstere göstere yapıldığı dönemde üstelik.
‘Kamucular’ memleketin arsızı, ırkçısı
Yok hayır… Kamuculuk zannettiğiniz şey değildir memleketimizin arsızı, uğursuzu, ırkçısı. Kamuculuk, ‘kamu’ olabilmek için öncelikle muhtaç olunan ‘insana’ değer vermek, onu yaşatmak, nitelikli bir yaşam sunabilmektir. Bunun için devlete, anayasal görevlerini hatırlatmak, gerektiğinde karşı durabilmektir.
Ölen işçileri 24 saat içinde unutmamaktır. Gelecek ölümleri engellemeye çalışmaktır. Kamu için/adına ses çıkarmaktır, mücadeledir, pes etmemektir. İnsana ve her canlıya, emek harcamaktır. Acı çekeni, zor durumda olanı, küçümseneni, ırkçılığa maruz kalanı, yüz yıldır hak arayıp bulamayanı, hiç olmazsa ‘anlamaya’ çabalamaktır.
Aslolan insan yaşamıdır. Kalan her şey; bankamatik ve duraklarınız, her yıl sizin vergilerinizle yenilenen kaldırım taşlarınız, o yaşam korunduğu müddetçe iş görür. ‘Kamu malı’ savunusu adı altında ırkçılık, ayrımcılık yapamazsınız. Malumunuz; görüldükleri yerde asıl ezilmesi gerekenler, ırkçılık ve ırkçılardır. Yaşama, memlekete, toprağına tutunmaya çalışan ‘can’lar değil.
Sizler ‘kamucu değil,’ ırkçı, arsız ve münasebetsizsiniz…