Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Başları kuma gömmenin zamanı değil. Öncelikle gerçekçi olmakla başlamak ve bir durum tespiti yapmak gerekiyor. 18-19 Mart’ta iktidar 1945’ten bu yana görülmemiş bir adım attı ve nihayetinde bir tarafın büyük kazanacağı diğer tarafın ise büyük kaybedeceği topyekûn bir mücadeleyi başlattı. Bu mücadelede taraflar kimlerdir ve birinci ayın sonunda durumları nedir?
Erdoğan-Bahçeli ilişkisinde Erdoğan, ne yapacağı, nasıl hareket edeceği daha tahmin edilebilir lider olma vasfını sürdürüyor. Seçimler büyük ihtimalle 2027 sonbaharında yapılacak ve Erdoğan bir defa daha aday olmak istiyor. Bunun için bir yandan kendi adaylığı etrafında kurulabilecek en geniş koalisyonu kurmaya çalışıyor, diğer yandan da en ciddi rakiplerini oyun dışı bırakmayı ve rakibini belirlemeyi hedefliyor. Bunu da seçimlerden olabildiğince önce yapmaya çalışıyor ki araya girecek iki, iki buçuk yıllık zaman zarfında sandığa yapılan bu müdahale nispeten unutulsun ve normalleşsin, sanki hala normal bir seçim yapılıyormuş atmosferi kararsız seçmenler arasında oluşabilsin. Bu açıdan bakınca, Erdoğan, kendi içinde rasyonalite barındıran bir politika takip ediyor ve öngörülebilir bir lider.
Bilançonun eksiler tarafına baktığımızda ise şaşırtan bir tablo ile karşılaşıyoruz. Kendilerini çok kudretli hisseden iktidar ortakları belli ki tek bir hamleyle hem İmamoğlu’nu saf dışı bırakmayı hem İBB’yi ele geçirmeyi ve hem de CHP’ye kayyım atamayı hedeflemişler. İBB ve CHP için çifte kayyımlar hakkında bir yalanlama gelmediğine göre bu iddiayı doğru kabul edebiliriz. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Tıpkı Putin’in Kiev’i üç günde fethetmeyi beklerken kendisini yıllar sürecek bir yıpratma savaşının içinde bulması gibi iktidar da çok kolay bir zafer hedefledi ama daha ilk günden işler sarpa sardı.