Tüm dünyada gıda fiyatlarının yüksekliği konuşuluyor. Doğru, hiçbirimiz daha önce karşılaştığımız fiyattan fazlasını ödemekten hoşlanmıyoruz. Bu bazılarımızın espresso, cappuccino keyfi faturalarına yansıyor veya ithal somonu artan dövizin de etkisiyle daha az tüketip, Omega 3 yüklememizi eksik yapıyoruz. Zamlar kimilerimizin zeytinyağından ayçiçeği yağına, tereyağından margarine bir alt lige düşmemize yol açıyor. Diğerlerimizin ufkunda antepfıstığının veya bademin kaç liraya çıktığı değil, sadece patatesin bir yılda yüzde 342, soğanın bir ayda yüzde 69 artışı yer alıyor. Aramızda akşam eve 2 ekmek götürebilecek miyim kaygısı duyanlar da giderek artıyor.
Kısacası gıda krizi de yaşamlarımızı sınıfsal konumumuza paralel biçimde etkiliyor. Yanlış anlaşılmasın, tek lüksü hafta sonu kahvesini yudumlarken kitabını-gazetesini okumak olanları, bir kartona 10 lira öderken 20 lira vermek zorunda kalanları kendime uzak bulmuyorum. Ancak yaşadığımız toplumda açlık tehdidiyle karşı karşıya bulunan, çocuğuna süt dahi alamayan, en azından eksik veya yetersiz beslenenler bulunduğunu da hatırlayalım istiyorum.