Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Taksim Meydanı bana komşu sayılır. Taksim Meydanı’ndan geçip de onu fark etmemek bana garip gelir. Hatta bunu saygısızlık olarak algılarım. En azından sıfır farkındalık… Taksim Meydanı İstanbul demektir. Taksim Meydanı Türkiye demektir. O bir bakıma ikisinin de merkezi sayılır. Taksim Meydanı ülkemiz tarihinin kısa bir özetidir. Meydan haftalar boyu ‘kelepçeliydi’. Polis barikatları meydanı kuşatmıştı. Aslında her biri sınırlı bir engel olan portatif metal barikatlar, birbirlerine bağlanıyor ve yüzlerce metre uzunluğunda koskoca yasaklara dönüşüyordu.
‘Kara günlerde’ tam bir çember olup meydanı kapatıyorlardı. ‘Gri günlerde’ bu çember arasında birkaç geçiş deliği bırakıyorlardı. Meydana geçmeniz ve gitmeniz gereken yere ulaşmanız için bu labirentin içindeki özgürlük kabarcıklarını bulmanız gerekiyordu. Malum başta 1 Mayıs bayramı olmak üzere muhalif kokulu bütün günlerde Taksim Meydanı ‘etkisiz’ hale getiriliyordu. Ve 19 Mart’la başlayan yeni tarihsel dönemimizde ilk işlerden biri meydanın kelepçelenmesi olmuştu. Biz de o geçiş noktalarını öğrenmiş ve söylenerek de olsa yolumuzun uzatılmasına boyun eğmiştik.
Ama dün bir de baktım… Taksim Meydanı ‘adli kontrol ve yurtdışına çıkış yasağı şartı’ ile serbest bırakılmıştı. Meydana istediğiniz yerden girebiliyordunuz, düşünebiliyor musunuz resmî hoşgörü düzeyini? Bu özgürlük, moralimi yükseltmeye yetti. Taksim Meydanı’na selam verdim. Biraz da etrafta kimsenin olmamasından cesaret alarak onunla konuşmaya başladım. ‘Nasılsın ey Taksim Meydanı? Yine neler yaşatıyorlar sana?’ Cevap gelmedi. Ya da geldi ama ben duyamadım.