Boğaziçi olaylarında görüldüğü gibi, kabul edilmiş genel geçer “gerçek”le, şekil şartlarına uymaktan ibaret “meşruiyet”le, sahte nesnellikle, doğal olarak otoriteyle mücadele, aydın olmanın temel bir koşulu, sürekliliğin güncellenmesidir. Ne güzel, ne kadar sevindiricidir ki, kendimi de dâhil etme cüreti gösterdiğim aydınlarımız en azından şimdilik bu sınavı başarıyla geçiyorlar.
Aydınlar, heyecan ile bilgiyi bütünleştiren gençler korkuya kolayca teslim olmazlar; geniş kitleler ise algı operasyonları, yalanlar, çarpıtmalar konusunda silahsızdırlar. Bu da aydınların işini daha karmaşık hale getirir. Son olaylarda yandaş medyada köpürtülen iftiralar, örneğin “öğrencilerin terörist olduğu” iddiaları uzun ömürlü ve inandırıcı olmadı. Öğrenciler bu iddiaya “ne biz teröristiz ne de sen rektörsün” diyerek güzel ve neşeli bir yanıt verdiler.
Egemen çevrelerin, heyecanla sarıldıkları “dini sembollerin aşağılandığı” uydurmasının kişilerin cinsel seçimleri konusundaki algı operasyonu ile birlikte daha etkili olacağını düşündükleri anlaşılıyor. Bu doğrudan saldırının toplumda karşılığının olduğu kanısındalar. Toplumun algı operasyonuna açık hale geleceğini uman iktidarın (ve maalesef muhalefetin) bu kurgusuna aydınlar yanıt verebilir, kitlelerin gerçeği görmelerini sağlayabilirler. Bu konuda önyargılar, yalnızca Osmanlı toplumunda cinsel özgürlüğün “de facto” varlığı, üstü örtülü ya da açık kabul edilmişliği, oportünist siyaset tarafından “ihtiyaç halinde” kullanılışı anlatılarak değil, tüm insanlık tarihinin bir gerçekliği, bir özgürlük sorunu olarak toplumun önüne konularak kırılabilir. İkiyüzlülükle savaş büyük ölçüde entelektüel bir çabayı gerektiriyor. Bu konu kuşkusuz yalnızca laik bir yaklaşımla ele alınabilir. Bu laik anlayış da Edward Said’in aydınlar için öngördüğü mücadele anlayışı ile ete kemiğe bürünebilir.