Ortaya çıkan her kötülüğü, aydınlanmamış her olayı ilgili ilgisiz cemaate bağlama refleksi, gerçek bağların da şüpheyle karşılanmasına neden oluyor. Çok önemli suçlamalar herhangi bir delil ortaya koymaksızın ileri sürülebiliyor. Bu ortam, gerçek iddiaları da zayıflatıyor, kuşkuları artırıyor, kamuoyunu söylenen hiçbir şeye inanmama noktasına doğru getiriyor. Yürütülmesi gereken teşhir faaliyetlerini etkisizleştiriyor.
Gerçekle yalan birbirine karışıyor. Yalanlar deşifre oldukça gerçekler de gücünü kaybediyor.
Oysa biz bu filmi daha yakın bir zaman önce gördük. Darbe davalarında, gerçeklerle yetinmeyip ‘daha gösterişli’, ‘daha etkili’ suçlamalar icat etmek için yapılan operasyonlar yüzünden özde sağlam bir davanın elimizden kayıp gidişine ve sonuçta davalıları ‘kahraman’ haline getirişine tanık olduk.
Şimdi benzer hataları nasıl tekrarlarız?
Silahlı bir yapı olmadığını gayet iyi bildiğimiz Paralel Yapı’yı ‘terör örgütü’ olarak yargılamaya kalkmanın, İlker Başbuğ’u terör örgütü lideri olarak yargılamaya ne kadar benzediğinin farkında değil miyiz? Devlet içinde illegal bir yapı oluşturmaktan yargılamak yerine, sanki terör örgütü kurmak tek vahim suçmuş gibi, böyle bir zorlamaya girişmek niye?