KHK ile ihraç edilen akademisyen Nuriye Gülmen ile öğretmen Semih Özakça uzun süre Yüksel Caddesi’nde, “İşimi istiyorum” diyerek barışçıl eylemlerini sürdürdükten sonra, “Dönüşümsüz açlık grevine” başladı.
Eylemlerinin 67. günü bugün.
70 yaşındaki Kemal Gün de bir operasyonda öldürülen oğlunun cenazesini alabilmek için Tunceli’de başlattığı açlık grevi eyleminin 80. gününde. Gün, Gülmen ve Özakça, kendilerine değil devlete, sorumlulara çağrı yapılması gerektiğini ısrarla söylüyorlar. Eylemin sonuçlarını bildiklerini, ölmek istemediklerini, ancak geri dönüşün söz konusu olmayacağını ifade ediyorlar.
Üçünde de Korsakoff’un ön sendromları görülüyor.
Tepkiler tanıdık: “Yemek yiyorlardır, yoksa nasıl dayanacaklar? Bunlara bir şey yapılırsa herkes açlık grevi yapar…”
Sadece oğlunun cenazesini isteyen Gün için sözler daha da sert: “Oğlu teröristmiş, peşine niye bu kadar düşüyor?”
Hak savunucuları için açlık grevi, talepler ne kadar haklı olursa olsun önerilen, desteklenen bir eylem türü değil.
Birilerinin konuşmaya bile korktuğu bir ortamda, hakları için kimseye zarar vermeden hayatlarını ortaya koyan Gülmen, Özakça ve Gün’e yargılamadan, yaftalamadan, nezaketsizlikte bulunmadan, “Eylemi bırakın” çağrısı yapılması da saygısızlık değil, vicdani sorumluluk.
…Gülmen, Özakça ve Gün ise başka yol bırakılmadığı için, bir çığlık olabilmek adına bu eylemi yaptıklarını aynı nezaketle söylüyor. Çağrılara beklenen yanıtı vermemeleri ise, “sonuçlarına katlanmaları gerektiği” anlamına gelmiyor.