MİNEZ BAYÜLGEN
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Bulgaristan’ın Varna kentinde Avrupa Birliği (AB) yetkilileriyle geçen hafta biraraya geldi. İktidara yakın medya, yemekli toplantıyı ‘zirve’ olarak duyurdu. Toplantıdan uzlaşı çıkmadı. Dış ve iç politikayı yakından takip eden, gazeteci-yazar Kadri Gürsel’le toplantının arka planını, Türkiye’nin AB vizyonunu ve Ortadoğu üzerinden ABD ve Rusya ilişkilerini konuştuk.
‘ABD’nin İran’ı ve Rusya’yı Ortadoğu’da önleme gücü yok’
Siz, Türkiye dış politikasını yakından takip eden bir gazetecisiniz. Bugün İslamcılar ve ulusalcılar, ABD’nin Ortadoğu’da yenildiğini söylüyor. Sizce de ABD Ortadoğu’da güç kaybetti mi?
ABD’nin askeri gücü küçülüyor. 11 Eylül sonrası özellikle Afganistan ve Irak savaşları ABD silahlı kuvvetlerini çok yıprattı ve bütçesinde büyük bir yük oluşturdu. Dolayısıyla ABD, dünyanın jandarmalığını yapma isteği ve gücünü önemli ölçüde azalttı. ABD’nin, ne ‘serseri devlet’ olarak tanımladığı İran’ın ne de revizyonist güç olarak gördüğü Rusya’nın, Suriye’de yapmak istediklerini önlemeye dönük bir gücü bulunuyor.
Ya Türkiye?
Türkiye, Suriye ve Irak politikalarında başarısız oldu. Ama bu başarısızlığın, sebep olduğu hasarı kontrol etmede başarılı.
‘Türkiye’nin şimdiki güvenlik politikası Esad’ı devirmekten daha başarılı’
Türkiye hangi noktalarda başarılı?
Bugün Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları, hem masada bir yer sahibi olmayı hem de Suriye’de sahada dikkate alınan bir güç olmayı mümkün kıldı. Suriye sınırına boylu boyunca duvar örüldü. Bu sayede silahlı unsurların kontrolsüz geçişi önlendi. Mülteci akını kontrol altına alındı. Türkiye, artık Türkiye’yi yönetenlerin anladığı anlamda ulusal güvenliğini gözeten bir politika izliyor. Bu politika, başlarda arzu edilen Suriye rejimini devirme politikasından daha başarılı.
‘Türkiye dünyayla diplomatik ilişkide kendisi tüketti’
Peki, Türkiye’nin Suriye politikası dışında dünyayla ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’nin bir dış politikası kalmadı. Türkiye artık sadece bekası için reaksiyon veren bir ülke. Ortadoğu’nun önemli aktörleriyle ilişkileri kopmuş, üstelik de onlarla çatışmalı bir halde. NATO’daki konumu son derece tartışmalı. AB ile ilişkiler rayından çıkmış vaziyette. Diplomatik kanallarını ve kapasitesini tüketmiş bir ülke Türkiye.
‘Bugünkü Türkiye- Rusya ilişkisi uzun süremez’
Türkiye-Rusya ilişkisi uzun vadede sürdürülebilir mi?
Hayır, Rusya ile geçici ve yüzeysel bir ittifak ilişkisi var. Üstelik bu ittifak, maliyetsiz de değil. Türkiye’nin Suriye’de sürdürmeye çalıştığı denge, sürdürülemez bir boyutta. Hem Rusya’yı, hem ABD’yi gözeterek bir denge oluşturmak mümkün değil; olmadığı da görülecektir. Bu nedenle önce AB ile ilişkiler tanzim edilmeli, sonra da Rusya ile olan gözden geçirilmelidir.
İslamiyet’i en radikal biçimde yorumlayan Suudi Arabistan, son hamleleriyle ılımlı bir ülke olma görüntüsü veriyor. ABD’nin ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin yeni rol modeli Suudi Arabistan mı oldu?
Suudi Arabistan, katı Vahhabi rejimini yumuşatıyor çünkü ülkedeki elit kesim, dünyayı iyi okuyor. Suudi Arabistan kalabalık nüfuslu, ahlaki sorunların olduğu, boğazına kadar yolsuzluğa batmış bir ülke. Ancak tüm bunları daha fazla petrol gelirleriyle kompanse edemeyeceğini gördü.
Bugüne dek petrolle idare etti. Artık niye idare edemez?
Çünkü dünya ekonomisi, giderek enerji tüketiminde daha az hidrokarbon kullanıyor, yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneliyor. Petrole olan ihtiyaç da azalıyor. Suudiler, sadece petrol satarak 30-40 yıl sonrasında bekalarını koruyamayacaklarını anladılar. Bunun için de Suudi rejiminin meşruiyet problemini süratle ortadan kaldırıp, halkıyla yeni ilişkiler kurması gerekiyordu. Bunun, bir ‘ılımlı İslam projesi’ olduğunu da düşünmüyorum.
‘Ilımlı İslam diye bir proje yok’
‘Ilımlı islam projesi’ değilse neydİ?
Ilımlı İslam projesi, İslam’ın demokrasiyle uyumlu olduğu iddiasına dayanıyordu. Laik devletten vazgeçilerek, devletin İslam’la uyumlaştırılması gibi bir içerik de taşıyordu. Ancak Ilımlı İslam projesinin bir proje dahi olmadığı kanaatindeyim.
Niye?
Bir ‘proje’ olarak Ilımlı İslam, ne Amerikan kurulu düzeni tarafından bütünüyle desteklendi ne de uzun vadeli oldu. Ancak bu tabir Türkiye’de çok alıcı buldu, özellikle AK Parti iktidarı tarafından. Çarpıcı bir ifadeydi, çok söylendi ve belleklerimizde yer etti bu kadar.
‘S.Arabistan, Müslüman Kardeşleri yani Siyasal İslam’ı tehdit olarak görüyor’
ABD’nin Suudi Arabistan’dan ne gibi bir çıkarı var o zaman?
İki ülkenin Soğuk Savaş döneminde de çıkarları uyumluydu. Şimdi de öyle çünkü Suudi Arabistan, ABD’nin tehdit olarak gördüğü İran’ı dengeliyor. Aynı zamanda Suudiler, ABD’lilerin çok iyi müşterisi. Suudi Arabistan, demokrasiyi bir araç olarak kullanan Siyasal İslam’ı kendisine bir tehdit olarak görüyor.
Nasıl?
Müslüman Kardeşler’e (İhvan) de bu yüzden karşıydı. Ve belki de AK Parti’yi de tehdit olarak görüyor. Türkiye ile Suudi Arabistan’ın ilişkileri dostane değil. Ben Suudi Arabistan’ın, giderek radikal İslam’ı ve cihatçılığı kendisi açısından bir tehdit olarak algılamaya başladığını görüyorum.
ABD, stratejik değerlendirmelerinde ve gelecek planlarında Türkiye’yi nereye yerleştiriyor, hangi rolü veriyor?
Şu an ABD’de tutarlı stratejisi olan bir yönetim görmüyorum. Kurumlar birbiriyle çatışmalı. Ne Kongre, ne Beyaz Saray, ne de diğer kurumlar arasında bir insicam var. Türkiye açısındansa Kongre kaybedilmiş, Beyaz Saray ile ilişkiler de çok sorunlu görünüyor. Fakat ABD,Türkiye’yi kaybetmek istemez.
‘Rusya çevresindeki ülkelerde demokrasi istemiyor’
Neden istemez?
Çünkü kaybettiğinde ‘serbest bir radikale’ dönüşeceğini bilir. ABD, Rusya’yı dengelemek için Türkiye’nin ciddi bir faktör olduğunu düşündüğünden, müttefik olarak tutmaya çalışıyor. Ancak ABD, Türkiye’den vazgeçmez diye onunla çatışmayı göze almayacağı anlamına da gelmiyor. Rusya ve Batı dünyası arasında yeni bir soğuk savaş moduna geçiliyor. Rusya yakın çevresinde başarılı demokrasiler istemiyor ve popülist akımları destekliyor. Popülizmin yükselmesi ve milliyetçiliğin tırmanmasını sağlıyor, yabancı düşmanlığını artırıyor.
Son yaşanan ‘casus krizi’ ile AB-ABD-NATO ve Rusya safları, tıpkı Soğuk Savaş dönemindeki gibi belirginleşmeye başladı. Bu tabloda Türkiye hangi tarafı seçmeli?
Türkiye’nin mevcut haliyle, Rusya ile orta ve uzun vadede sürdürülebilir bir ittifak içerisinde olması mümkün değil. Rusya’nın Türkiye’ye verebileceği çok fazla şey de yok zaten. Belki enerji kaynaklarından faydalanabiliriz ama… Türkiye’deki mevcut iktidarın siyasi ve ideolojik yapısı, uzun vadede Orta Asya, Kafkaslar ve Balkanlar’da Rusya için bir güvenlik sorunu olarak algılanabilir. Dolayısıyla Rusya’nın gözettiği tek fayda, Türkiye’nin, ABD ve Batılı müttefiklerinin ayağına batmış bir diken olarak NATO’da kalmasıdır. Rusya’nın, Türkiye’yi NATO’dan koparıp yanına çekmesi gibi niyeti olduğunu düşünmüyorum.
‘Türkiye ve AB görüntü vermek için buluştu’
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AB yetkilileri geçen hafta Varna’da bir araya geldi. Ancak ikili ilişkileri ilerletecek konuların hiçbirinde anlaşma sağlanamadığı belirtildi. AB ve Türkiye o zaman neden buluştu?
Cumhurbaşkanı’nın, seçimlerden önce Türkiye-AB ilişkilerinin üretken bir şekilde sürdüğü izlenimi vermeye ihtiyacı var. Ayrıca, Türkiye’nin yalnız kalan bir ülke olduğu gerçeği de Cumhurbaşkanı’nı çok rahatsız ediyor. Tabii, AB için de Varna’daki buluşmada görüntü vermek bir ihtiyaçtı. Bu buluşmada özellikle vize serbestisinin yeniden dile gelmesinin seçim takvimiyle ilgili olduğuna inanıyorum.
‘Türkiye mülteci tehdidiyle vize serbestisi alamaz’
Peki, meyle ilgili?
Vize serbestisi sağlanabilirse bu, iktidarın başarı hanesine yazılacak bir gelişme olarak sunulacak. Ne de olsa uzun süredir sorun çözemeyen, somut bir başarı elde edemeyen ve bunları seçmenine sunamayan bir iktidar var. İktidar böyle bir gelişmeyi iç kamuoyuna da milliyetçi bir söylemle pazarlayacaktır.
Türkiye, somut bir gelişme göstermeden AB’den vize serbestisi sözünü alabilir mi peki?
Kolay değil. Avrupa zaten vize serbestisi konusunun Türkiye’de bir iç siyaset malzemesi olarak neden ısıtıldığının farkında. Üstelik 72 kriterden kalan beşini tamamlamayan Türkiye’nin, mültecileri yine tehdit unsuru olarak kullanarak vize konusunda taviz koparması mümkün gözükmüyor.
AB yetkilileri Varna’da yine Suriyeli sığınmacılara evsahipliği yapan Türkiye’ye sadece yine övgüler yağdırdı. AB, Türkiye’den beklentisi ne?
Bakın, ne bugünkü Avrupa’nın Türkiye’yi alma niyeti, ne de Türkiye’nin AB üyeliği isteği var. Her iki taraf da sözde müzakereler sürüyormuş gibi yapıyor. AB, Türkiye’nin belirli bir erişim mesafesinde durmasını ve sadece komşuluk politikası dahilinde muhatap aldığı bir ülke olmasını istiyor. Ancak Varna buluşmasının asıl dikkat çekici başka bir yanı var.
‘Erken seçimin işareti, Almanya ve Hollanda’dan gelecek’
Nedir?
Türkiye’deki liderliğin Varna’da, AB’ye yaklaşımındaki tonunu düşürdüğünü izledik. İktidar, önümüzdeki seçimlerde Avrupa’da siyasi çalışmalar yapmak, toplantılar düzenlemek istiyor çünkü oradan gelecek oylar çok önemli. AK Parti, 16 Nisan referandumu sırasındaki AB’yi aşağılayan, AB ile Türkiye’yi kutuplaştıran tutumunun nasıl sonuçlandığını gördü.
AKP tam olarak ne gördü?
Bu tutumunun pek çok Batı ülkesinde toplantı salonları yasaklarıyla sonuçlandığını gördü. Şimdi AK Parti, Almanya ve Hollanda’da salon kiralıyor mu buna bakmak lazım. Bu bilgi, Türkiye’de erken bir seçim olup olmayacağı konusunda bize ciddi bir ipucu verecek.
‘AB ile buluşma erken seçimle ilgili’
Peki, siz erken seçim olacağını düşünüyor musunuz?
Evet, bu hamlelerin erken seçimle alakalı olduğunu düşünüyorum. AK Parti, kutuplaşma üreterek elde edebileceklerinin sınırlarına geldi. Bu nedenle de Avrupa’ya karşı daha ılımlı ve munis bir uslüp kullanıyor. Tabii şimdilik…
AB, ‘yeter ki Suriyeli sığınmacılar Avrupa’ya gelmesin’ diye Türkiye’ye verdiği tavizler nedeniyle eleştiriliyor. Sizce Türkiye’deki iktidarı destekliyor mu?
AB, yakın gelecekte Türkiye’nin hukukun üstünlüğüne saygılı ve demokrasiye dönmüş bir ülke olamayacağını gördü. Dolayısıyla AB, demokratikleşemeyecekse en azından istikrarlı, sorun çıkarmayan ve diplomatik araçlarla yönetebileceği bir Türkiye olsun istiyor.
‘AK Parti’nin kendi sınıfı da dünyadan tecrit edilmekten rahatsız’
İktidara yakın medya, uzlaşı sağlanamayan Varna toplantısını neden büyük bir zirve olarak gördü?
İktidar, devlet teşvikleri ve kaynak transferlerinden fazlasıyla istifade eden, kendine ait bir orta sınıf yarattı. Bu sınıfı muhafazakar modernlik olarak da tanımlayabiliriz. İlk bakışta her iki kavram da oksimoron gibi gözükebilir ama bu modernliğin teknolojisinden faydalanan bir tür muhafazakarlık. İşte bu, yurt dışına seyahat eden muhafazakar orta sınıf, Türkiye’nin dünyadan bu denli tecrit edilmesinden, çok sevdikleri liderlerinin yurt dışında bir despot figürü gibi karikatürize edilmesinden rahatsız.
‘AB artık Türkiye için siyasi bir kaldıraç değil’
Avrupa, eskiden Türkiye’nin demokrasi ve hukuk yolunda gelişmesi için dış dinamik yaratırdı. Şimdiyse AB ile görüşmelerde bunu görmüyoruz. Türkiye’yi harekete geçirecek dış dinamik sizce bitti mi?
AB, Türkiye konusunda iki tarihi hata yaptı. Evet, AK Parti, AB perspektifine gerçekte inanmamış, kısa vadeli siyasi çıkarları için kullanmıştı. Ancak her şeye rağmen AB, bu siyasi gücü oyunun içinde tutabilirdi. AB, bunu yapmadı işte. AB, Türkiye’ye ucu açık bir müzakere sundu, bu vahim bir hataydı.
AB’nin Türkiye konusunda ikinci hayati hatası neydi peki?
AB, Kıbrıs sorununun çözülmesinden önce adanın güneyini ‘Kıbrıs’ adıyla üye yaptı. Bu iki hayati hata neticesinde AB, Türkiye üzerindeki siyasi kaldıraç etkisini yitirdi ve ikili ilişkilerde de önemli bir avantajdan mahrum kaldı. Öte yandan Türkiye’nin değerlerinin oturmamış, demokrasiyi içselleştirememiş olması gibi kendi sorunları da AB-Türkiye ilişkileri açısından engellerden biri oldu.