İktidarın rızayı öncelemiyor oluşunun yönetememek anlamına gelmediği ve zora dayalı olarak onlarca yıl süren rejimlerin var olduğu gerçeği artık daha fazla dikkate alınıyor. En azından derinliği olan hiçbir analizin bu gerçeği atlamadığını söyleyebiliriz. İktidarın kur yükselişini tetikleyen ve yoksullaşmayı derinleştiren ekonomi politikalarının MGK bildirisiyle ‘milli ekonomi’ olarak kutsanması bu gerçekliğin bir teyidi oldu.
Parlamenter muhalefet cephesinin sokak ile provokasyon arasında kurduğu doğrudan ilişki de, iktidar cephesinde üretilen ve son olarak MGK bildirisiyle desteklenen bu korku iklimini besleyen cinstendi.
Sokağı bir tehdit alanı olarak göstermek üzere, yeni versiyonları ile gündemde tutulan Gezi davası ve otomatiğe bağlanan baskı politikalarının, sokağa çıkanları muhalefetin en diri unsurlarına doğru daraltıcı etki yaptığı yadsınamaz. Farklı iş kollarında kendisini gösteren inişli çıkışlı işçi mücadeleleri, her koşulda sokağı terk etmemekte direnen kadın mücadelesi ve pandemi boyunca sağlık emekçilerinin sağlam duruşları, değişim umudunun teslim alınamaması bakımından büyük değer taşıyor.
Artan kurlarla Türk lirasının değer kaybı, art arta derinleşen yoksulluk ve zam furyası, tencere tava eylemleriyle başlayan ve giderek sokağa doğru yayılan eylemleri gündeme getirdi. Birçok ilde gerçekleşen hükümetin istifasının istendiği bu eylemlerin sokak ile provokasyon ihtimali arasında kurulan korku barikatını göreli olarak da olsa gerilettiğini ve bunu sıkça dile getiren CHP’yi de etkilediğini görüyoruz.