Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Birkaç gündür yoğunlaşan nefret iklimi bu kez, 2024 yılında 15 yaşındaki Ahmet Mattia Minguzzi’nin akranları tarafından öldürülmesiyle ilgili yaşandı. Bu çok can yakıcı olay, Ahmet Mattia’nin ölümü nasıl engellenirdi sorusunu sormak, fail konumundaki çocukların nasıl bu kadar şiddetle buluşabildiğini tartışmak yerine müebbete varan cezalandırıcı söylemlerle bir kere daha gölgelendi, olaya ilişkin hakikat görünmez oldu.
Oysa Türkiye, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne taraf bir ülke. Ve bu sözleşmenin yaklaşımına göre; eğer bir çocuk suça karışmışsa, bu durum o çocuğun öncesinde ciddi hak ihlallerine maruz kaldığının göstergesidir. Çocuk hakları savunucularının da sıkça vurguladığı gibi ‘suça karışan çocuk’ bir sonuçtur, bir başlangıç değil. Dolayısıyla BM Çocuk Hakları Sözleşmesi başta kamu idaresi olmak üzere hepimizi “Bu çocuk neden suça karıştı? Hangi koşullar onu bu noktaya getirdi?” sorularını sormakla yükümlü kılar.
Ahmet Mattia Minguzzi’nin ölümü, tıpkı diğer çocuk ölümleri gibi önlenebilirdi. Ve bu sorumluluk BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre devlete aittir. Devletler, çocukların suçla ve suç örgütleriyle bağ kurmaması için önleyici sosyal politikaları hayata geçirmekle yükümlüdür. Ama ne yazık ki derinleşen eşitsizlik, adaletsizlik, umutsuzluk ve ekonomik çıkışsızlık çocukları ya çalışırken de sokakta yürürken de, okul ya da evdeyken de tehlikeye açık hale getiriyor, ya da onları ‘tehlike’ olarak gösteren bir zemin yaratıyor.