![](https://www.diken.com.tr/wp-content/uploads/2019/11/ayhan-tinin-kelle-2.jpg)
H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / İnsan
Bir daha dönemedi.
Bakmayın siz deli diyenlere… Aslında bir dâhiydi.
Ancak sanat okullarına kadınların kabul edilmediği yıllardı.
Şiddet mi?
İşte size kadına şiddet!
Ama o bütün tutkulu sanatçılar gibi üretmenin hazzını içinin zaaflarıyla beslediğinde, yaratımının gücünü doruğa çıkartan eserler ortaya koymaktan geri durmayacaktı.
Gücü ve felaketi de bu olacaktı.
Alfred Boucher ile babası tanıştırmıştı. Boucher onunu olağandışı yeteneğini hemen fark etti. O yıllarda sanatın nefes aldığı Paris’e taşınmasını istedi. Kader yolunuzu bazen başka bir hayata çevirir biz farkına varmadan… O’nun için Paris’ten sonrası derin bir karanlık olacaktı yalnızca…
![](https://www.diken.com.tr/wp-content/uploads/2024/12/2024-12-08-lage-mur-camille-claudel-musee-rodin.jpg)
Boucher’in 1883’de İtalya’ya gitmesi, bütün hayatını değiştirdi. Rodin’i tanıdı… Meçhul ve karanlık bir ilişkinin başlangıcıydı…
Camille Claudel 1864’de Fransa’nın Aisne kasabasında dünyaya geldiğinde, Tanrının elini üzerinde gezdirdiği, hüzünlü bakışları kıvırcık saçları olan, küçük bir kız çocuğuydu yalnızca… Büyüdükçe ve âşık olduğunda ve yaptığı her heykelde ruhunu kavuran acıların sınırlarını tasarladıkça, hala o küçük kız çocuğuydu…
Bugün hüzünlü kız çocuğunun doğum günü…
Auguste Rodin’e onu emanet eden Boucher’di. Rodin’e teslim olan kendisi oldu. Önce asistanı oldu Rodin’in, sonra yaratıcılığının görünmez kırbacı ve sevgilisi…
Tabii Rodin de bir dehaydı. Camille ondan insan bedeninin formlarını ve bunu heykele geçirirken kullanabileceği teknikleri öğrendi. Nerdeyse hastalıklı bir çalışma hızıyla bütün zamanları atölyede geçirmeye ve saatlerce ara vermeden çalışmaya başladı.
Fakat Rodin’in egoist karanlığı altında çaresiz bir tutsak olmayı sürdürdü ya da kabullendiyse de taşıyamadı.
Camille dönemin sanat çevresinin kadın sanatçıya bakışı ve biraz da hoyrat yaklaşımları sonunda hep Rodin’in gölgesinde kalmaya devam etti. Kabul edilmedikçe daha çok çalışıyor, daha benzersiz yapıtlar üretiyordu. Rodin 40’lı yaşlarına kadar kavuşamadığı şöhrete Camille ile çalışmaya başladıktan sonra ulaşmıştı. Camille henüz 19 yaşındaydı.
Rodin’in hayatında birçok kadın olsa da çocuğunun annesi ve neredeyse yirmi yıldan bu yana birlikte yaşadığı Rose’dan ayrılmıyor ama evlenmiyordu da… Rose ihanetine her an hazır olarak Rodin’i asla terk etmiyor ve yargılamıyordu. Camille bu ilişkinin tam ortasında huzursuz fakat baş döndürücü mutluluk ve mutsuzluk salıncağında bir ilişki yaşıyordu.
Bu huzursuzluk ve giderek artan çatışmalar, atölyeden mükemmel eserlerin çıkmasına neden oluyor ve ikisi de birbirlerinden ayrılmıyorlardı. Bir çamura biçim verdikleri gibi birbirlerinin ruhuna da biçim vermeye çalışırken başarısız oluyor, yorgun düşüyor ve yeniden yoğuruyorlardı; aşkın, acının ve öfkenin birbirine karıştığı ruhlarının çamurlarını… Birbirlerinin hayal gücü ve yeteneklerini kıskanıyorlar, bunun sonucunda ortaya ikisinin de ellerinin izini taşıyan ‘Cehennem Kapıları’ gibi eserler çıkıyor fakat Camille Claude yalnızca kendi cehennemini büyütüyordu. Camille çocuğunu doğmadan kaybetti. Rodin de onu…
Belki ikisi de birbirlerinin zaaflarına tutkuluydu. Başkalarının onlarda görmediklerini onlar göz göze geldiklerinde fark ediyorlardı.
Bu ayrılıktan sonra ‘Le Valse’, ‘Le Dieu Envolé’, ‘Les Bavardes’ gibi yapıtlar ortaya koydu. Ancak sanat dünyası bir türlü onun yeteneklerini ve dehasını kabul etmiyor ve Rodin Rose’dan ayrılmıyordu. Bir gece atölyede bütün yarım kalmış heykelleri ve eskizleri kırdı, parçaladı ve yok etti.
Yalnızlıklarını yanına alıp 1913’te Ville-Evrard’da bir akıl hastanesine kapatıldı, bir yıl sonra Montdevergues’deki bir akıl hastanesine gönderildi ve Ekim 1943’teki ölümüne kadar orada kaldı. Tam 33 yıl…
Ağabeyi Paul’e yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Bilmiyorum, kaç yıl oldu buraya kapatılalı, ama tüm hayatım boyunca ürettiğim eserlere sahip çıktıktan sonra şimdi de kendilerinin hak ettikleri hapishane hayatını bana yaşatıyorlar. Bütün bunlar Rodin şeytanının başının altından çıkıyor. Kafasında bir tek korkusu vardı zaten; kendisi öldükten sonra benim sanatçı olarak atılım yapıp onu aşmam… Eve hiç dönemeyecek miyim Paul?“
Camille, akıl hastanesine gönderilmeden önce çalışmalarının çoğunu yok etmiş olsa da bıraktığı heykeller onun nasıl bir yetenek ve dahi olduğunun en önemli göstergesi. Camille, çoğunlukla alçı, mermer, bronz ve hatta oniks kullanarak insan bedenini çok gerçekçi bir anlayışla yeniden tasarladı. Çalışmaları estetik ve anatomik ustalık sergiliyor ve 20. yüzyılın başında, biraz geç olsa da sanat dünyası Camille’nin varlığını onayladı.
Bugün eserleri hala Rodin müzesinde sergileniyor.
Bir kadın olarak sanatı ve elleri yok sayıldı.
‘L’Age Mûr’ heykelindeki yaptığı genç kadının kaderine ağlayarak bir akıl hastanesinde öldü.
Hayata bir macera gibi dahil olmuş ve oyunu kaybetmişti.