Hükümet seçmen tabanına, seçim başarısına dayanarak kendini ayakta tuttu. Hizmet mensupları ise yaşadıkları mağduriyeti ve haksızlıkları konu ederek ‘mazlum’ kategorisine oturmaya çalıştı.
Bu ayrışma demokrasinin iki ayağını birbirinden ayırarak onları ideolojik konumlar haline getirdi. AKP çoğunluğun iradesini vazgeçilmez bir kriter olarak sunarken Hizmet insan haklarının vazgeçilmezliğine tutundu.
Hükümet siyasetin, Hizmet ise hukukun meşruiyetinden medet umdu.
AKP’nin görünen tekdüze söylemine ve Hizmet’in bütün akademik seferberliğine karşın, meselenin kendine has koşulları hükümetin Hizmet karşısındaki meşruiyet savaşını entelektüel düzlemde de en azından kaybetmemesine yol açtı.
AKP açısından Hizmet darbe girişiminde bulunmuş ve hükümeti arkadan vurmuştu. Kendisinin ne yaptığını söylemedi. Ama muhafazakâr kesimin bile yarısı yolsuzlukların varlığına inanıyor. İnsanlar hükümeti zihinlerinde ve yüreklerinde aklamadılar…
Buna karşılık Hizmet hükümetin yolsuzluk yaptığını ve kendisini bitirmeye çalıştığını söyledi. Ancak kendisini ‘masum’ olarak sundu. Bu tercih Hizmet’in ahlaki üstünlüğü kaybetmesine neden oldu, çünkü insanlar olanı görüyor ve biliyor.
Taktiksel olarak doğrulardan kaçınabilirsiniz ama yalana tevessül etmemeniz lazım. Hükümet en azından bunu yaptı. Erdoğan veya bir başkası hiçbir zaman “yolsuzluk olmamıştır” demedi. Bunun bir ikrar olduğu söylenebilir ama kritik mesele yanlışın varlığı değil, onun farkındalığının dolaylı da olsa beyanıdır.
Hizmet ise darbe girişiminin ‘safsata’ olduğunu iddia ederek üste çıkacağını sandı ve kandırma işlevini sürdürmüş oldu.
Sonuçta AKP iktidarında yolsuzluklar yapılmış olsa da parti muhafazakâr dünyanın siyasete koyduğu ahlaki sınavı geçebildi.
Hizmet ise siyasi bir hamle yaptı ve onun ahlaki sorumluluğunu taşıyamadı…