KADRİ GÜRSEL
1 Kasım 2015 akşamı seçim sonuçlarının üç aşağı beş yukarı belli olduğu anda başına oturduğum yazıya, rahmetli Çetin Altan’ı dilinden düşürmediği tavsiyesiyle anarak başlıyorum: Enseyi karartmayın!
Büyük yazarın uzun ve meşakkatli ömrü ülkesinde demokrasinin yerleştiğini görmeye yetmemiş olabilir… Ama onun için daha kötüsü, demokrasi umudunu yitirmiş olarak ölmekti. Çetin Altan umutsuzluğu reddetti. Biz de onun gibi yapmalıyız. Demokrasiden ve dolayısıyla ülkemizden umudu kesmemeliyiz.
Kof ve dayanıksız bir zafer
Biliyorum, Erdoğan rejiminin partisi AKP’nin yüzde 49 küsur oy alarak yeniden tek başına iktidar olduğu bir seçimin akşamında bu yazdıklarım birçoğuna içi boş bir iyimserlik tavsiyesi gibi gelebilir…
Hatta rejimin, bu zaferinden aldığı güçle susturmak için geriye bıraktığı bağımsız medyanın da üzerine çullanacağı ve kendisini rahatsız eden bütün özgürlükleri boğmaya yelteneceği belliyken, yani daha koyu karanlıklar çok yakında iken, kimileri şimdi “Enseyi karatmayın” demeyi gerçeklikle alakası sorunlu bir iyimserlik olarak da görebilir.
Ama benim iyimserliğim, öyle olunması gerektiğini bilmenin de ötesinde, rejim partisinin kazandığı zaferin kofluğunu ve dayanıksızlığını görmekten ileri geliyor.
Ne değişti?
O halde şimdi soralım: AKP, ne değişti de 7 Haziran’da yüzde 40,8’e düşen oy oranını beş ay gibi çok kısa bir süre içinde yüzde 49,4’e yükseltti?
Türkiye’ye yeni bir vizyon ve paradigma sunarak mı? Yeni bir ‘hikaye’ anlatarak mı?
Yıllardır düşük seyreden büyümeyi şaha kaldırarak mı? İşsizliği düşürerek mi? Enflasyon ve hayat pahalılığını aşağıya çekerek mi?
Yolsuzlukların üzerine giderek mi?
Hatta, bir ara lafını çok ettikleri AKP’yi o ‘fabrika ayarları’na geri döndürerek mi?
Hayır.
AKP bu beş ayda bunların hiçbirini yapmadı.
Zaten yapamazdı.
Paradigması çöktüğü, vizyonunu yitirdiği, hikayesi kalmadığı, yolsuzluklarla anılır olduğu, ekonomideki başarıları geçmişte kaldığı için yüzde 40’lara geriledi AKP…
AKP düştüğü yerde duruyor
Bu arada düşülen yer de yüzde 40’tı ve bu aslında hiç fena değildi böyle bir parti için. Geçmişteki başarılar, sosyal politikalar, sadakatle bağlanılan kudretli lider, güçlü ideoloji ve seçim barajlarının da neden olduğu sağdaki alternatifsizlik faktörlerinin toplamı, AKP’yi düştüğü yerde bile birinci parti konumunda tutuyordu.
“Yiğit düştüğü yerden kalkar” demişler ama AKP düştüğü yerden kalkmadı. AKP aslında hala düştüğü yerde duruyor.
1 Kasım akşamı herkesin görmesi gereken gerçek de bu…
İşsizlik, enflasyon, hayat pahalılığı, velhasıl ekonomideki kötüye gidiş, 7 Haziran seçimleri öncesinde yapılan bütün kamuoyu yoklamalarında açık ara ‘Türkiye’nin en önemli sorunu’ olarak algılanmaktaydı.
Ve AKP’deki düşüşe yol açan başlıca faktör de buydu.
AKP 7 Haziran’dan sonra kötüye giden ekonomiyi düzeltmedi. Bilakis, sorunlar daha da ağırlaştı.
İki seçim arasındaki tek fark
Ne oldu peki?
7 Haziran seçimleri öncesinde olmayan, PKK ile çatışma ve IŞİD terörüydü. O zaman Türkiye’nin en önemli sorunu ekonomiydi.
1 Kasım seçimleri öncesinde, PKK ile hükümet güçleri arasında kanlı çatışmalar patlak verdi. Ülkenin doğusundan batısına tabutlar geldi; analar yine ağladı. Güneydoğuda ise kasabalar ve şehirler savaş alanına döndü.
IŞİD’e atfedilen Suruç ve Ankara saldırılarında da 134 kişi öldü.
Ve 1 Kasım öncesinde yapılan anketler, bu kez ‘terör’ün ezici biçimde Türkiye’nin en önemli sorunu olarak algılandığını gösterir oldu.
İki seçim arasındaki tek fark budur.
Muhalefetin kifayetsizliğinde fark CHP’den yana azalmış, MHP’den yana artmış olabilir… Ama kimse sorunu muhalefette aramasın.
1 Kasım genel seçimleri öncesinde terör ve kaos ortamı yaratılarak, siyasi değişim talep etmeye başlamış olan muhafazakar ve milliyetçi seçmen kitlesi bu tutumundan otoriter statüko lehine vazgeçmeye zorlanmış ve bunda başarılı olunmuştur.
Hadise bundan ibarettir.
Sorunları azaltarak değil çoğaltarak…
Dolayısıyla, şimdi rejim PKK ile çatışmanın nasıl sona erdirileceği gibi devasa bir sorunu çözmek zorundadır. Çünkü bölgesel çıta yükselmiştir ve ‘İmralı süreci’nin parametrelerine bir daha dönülemeyecektir.
Bir de tabii her nedense düzenlediği intihar saldırıları hep seçim gündemiyle ilişkili ‘bir IŞİD sorunu’ var ama o kolay…
Gerçek IŞİD sorununu ise bu rejim halledemez.
Uzun lafın kısası, rejim bu ülkenin sorunlarını azaltarak değil çoğaltarak seçim kazanmıştır.
Seçim sonrasındaki süreçte terör sorunu azaltılmadığı takdirde rejim ve partisi bundan 1 Kasım’daki gibi fayda değil zarar görür. Terör sorunu azaltıldığı takdirde ise bunun neticesi de Türkiye’nin, sabit sorunlarının gündemine dönmesi olacaktır.
Bu sorunlarla baş etme kifayetini zaten yitirmiş bulunan AKP’nin 1 Kasım ürünü hormonlu oy oranını koruması her şekilde imkansızdır. Düşüş trendi şu veya bu şekilde devam edecektir.