Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Öcalan’ın çağrısı ve PKK’nin kararı, Kürt sorununun çözümü için siyasi mücadelenin önünü daha çok açan bir nitelik taşıyor. Tarihsel sorgulamaya olanak sunuyor. Mustafa Kemal’in 1919-23 arasındaki birçok açıklama ve söyleminin bir kenara atılması ve sorunun şiddetle ‘çözümü’ yaranın derinleşmesine zemin yarattı. 1924 Anayasası sonrasında Kürt halkı, inkar, sistematik asimilasyon ve baskıyla karşı karşıya kaldı. Ancak tarih boyunca yaşananlar, bize ortada önemli bir sorunun olduğunu büyük bedeller ödeterek göstermiş oldu. Artık yeni bir safhadayız. Öcalan’ın çağrısıyla toplanan PKK’nin 12. Kongresi, şiddet sarmalındaki döngüyü kırmaya yönelik cesur bir adım attı. Silahlı tarzın sonlanması ve örgütün feshi kararı, Kürt sorununun demokratik siyaset yoluyla çözülebileceğine dair bir inanç beyanı olarak tarihsel bir önem taşıyor.
PKK’nin dönüşümü, barış ve demokratikleşme mücadeleleri için bir dönüm noktasıdır. Öncelikle, bu karar, Kürt halkının eşit haklarını kazanmasında yaşanmış olanların artık kendi tarihsel süreci içinde kaldığını, ancak kalıcı değişimin demokratik katılım ve toplumsal örgütlenme ile mümkün olduğunu deklare ediyor. Bu yeni dönem dünya deneyimlerini, Güney Afrika’daki Apartheid sonrası uzlaşma süreci veya Kolombiya’daki FARC anlaşması gibi örnekleri anımsatıyor. Bu tür geçişler zor ama mümkündür. İkinci olarak, bu adım, bize, etnik çatışmaların çözümünde bir model yaratma olanağı sunuyor. Çeşitliliği bastırmak yerine kucaklayan, otoriter merkeziyetçilik yerine yerel halk inisiyatifini güçlü kılan bir yönetim modeli herkese nefes aldıracak; demokratik mücadele kanalları ve kapsamını güçlendirecektir.
Ancak bu süreç risklerle dolu. Tarihte pek çok coğrafyada örnekleri görüldüğü üzere çatışma çözümü süreçleri kırılgandır ve tarafların ‘kendi öncelikleri’ doğrultusunda keskin değişiklikler yapması mümkündür. ‘Çözüm’ süreçlerinin her kırılması, sadece yönetici erkle çatışan taraf arasındaki önyargıları değil, aynı zamanda toplumsal önyargıları, güvensizlikleri, travmaları da artırır. İktidarın bu süreci kendisi için bir olanağa çevirip, Kürt halkının eşitlik taleplerine karşı daha büyük bir baskıyla yanıt vermeyi tercih etmesi halinde, zaten otoriterlikte epey bir mesafe katetmiş iktidar yapısının daha da otoriterleşmesi, yayılmacı heveslerle ülkeyi daha büyük bir savaş riskiyle karşı karşıya bırakması mümkündür. Bu nedenle, çözüm süreci, yalnızca iyi niyetle değil, sağlam hukuki güvenceler, uluslararası gözetim ve toplumsal seferberlikle doğru bir hatta ilerleyebilir.