Mezhepleri reddetmeyen hemen her müslüman, Sünni ya da değil, bu durumda iki mezhebe tabidir; Türkiye’deki Türklerin itikatta Maturidi, amelde Hanefi olması, ya da Kürtlerin çoğunun itikatta Eş’ari, amelde Şafii olması gibi…
Bu tanımlama ve ifade kalıbını siyasi iktidarın ve oluşturmaya çalıştıkları yeni orta sınıfın din ile ilişkisini değerlendirmek için kullanacak olursak, “itikatta dindar, amelde kapitalist” olduklarını söyleyebiliriz diye düşünüyorum.
Her ne kadar söylemlerinde İslami ve İslamcı tonlar oldukça hâkim olsa da, eylem ya da icraatlarında kapitalizmin hırs dolu, acımasız, keskin rekabetçi, son derece dünyevi ve materyalist izleri bir hayli belirgin.
Artık fazlasıyla duymaya başladığımız İslamcı tona rağmen, İslami bir toplumun temeli olan adalet, eşitlik, hukuka riayet, özgür düşünce gibi prensiplerden ümidimizi neredeyse kesmek üzereyiz.
Ahlak denince sadece kadınlar ve cinselliğin, söz ekonomiye gelince yalnızca faiz yasağının, işçi hakları konuşulduğunda sadece “alın teri kurumadan” verilen ücretin, dinî eğitim tartışıldığında ancak felsefesi olmayan bir bilgi birikiminin ezberletilmesinin akla geldiği; İslam’ın siyaset ve ahlak felsefesinin tespitinin dahi yapılmadığı bir toplumsal iklimde yaşıyoruz.
Böyle kurak bir iklimde ise, İslami kavram ve söylemler her geçen gün içleri daha da fazla boşaltılarak kullanılsa da; eski kapitalist sistemin daha da kuvvetlenerek devam ediyor olmasına, ve siyasetin merkezine yalnızca kapitalizmin ilkelerinin ve amansız bir güç mücadelesinin yerleştirilmesine şaşırmamak gerekiyor.
Tabii bu umarsız tutarsızlıklar arasında olan dine, dindarlığa, dinin imaj ve itibarına oluyor…