
Sanayi devriminden önce, ortalama küresel karbondioksit miktarı milyonda yaklaşık 280 ppm’di. Bugün ise bu seviye 420 ppm’ye yakın seyrediyor ve her ton karbondioksit emisyonu küresel ısınmayı artırıyor. Bu nedenle Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), geri dönüşü olmayan sonuçlar doğuracak, kritik eşikler olan “iklim krizinin dönüm noktası” olarak birkaç son belirledi. Bu kritik eşiklere ne zaman ulaşacağız ve bundan kaçınmanın bir yolu var mı? Bu soruların cevapları hepimiz için hayati önem taşıyor.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), bu dönüm noktalarının aşıldığında krizin geri döndürülemez olduğu ve sistemde önemli değişikliklere yol açabilecek kritik eşikler olarak tanımlıyor. Gerçek şu ki dünya ekosistemlerinin çoğu, potansiyel olarak geri dönüşü olmayan değişikliklere giderek yaklaşıyor.
İklim bilimi, daha fazla ısınmayı durdurabilmemizin tek yolunun, net sıfır sera gazı emisyonu olduğunu söylüyor. Bununla birlikte yarın hemen net sıfır emisyona ulaşsak bile önümüzdeki on yıl içinde daha fazla ısınacağımız kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Bu sebeple, bu ciddi tehlikeleri göz önüne alarak adım atmamız gerekiyor.
IPCC, insan faaliyetleri nedeniyle bu yüzyılda geçilme olasılığı en yüksek 7 kritik eşik noktasının; Grönland Buz Levhası, Permafrost, Okyanus sirkülasyonu ve sıcaklığı, Musonlar, Amazon Yağmur Ormanları, Antarktika Buz Levhaları ve mercan resif kalıplarında yaşanacağını söylüyor.
Kritik eşik noktasına yaklaşan kaynaklar, bizi kademeli bir yok oluşa götürüyor. IPCC’nin belirlediği bu 7 kritik eşik noktası, dünyanın mükemmel sisteminin kusursuz bir şekilde işlemesi için büyük önem taşıyor.
Peki, bu kritik eşik noktalarında ne durumdayız?
Grönland Buz Levhası: Kuzey Kutbu’nda yer alan buz tabakası dünyanın geri kalanından 3-4 kat daha hızlı ısınıyor ve her yıl küresel deniz seviyelerine neredeyse 1 milimetre (mm) ekliyor. Sıcaklık ortalamalarındaki 1.5 derecelik bir artış, bölgenin buz tabakasının erimesinin geri döndürülemez hale geleceği bir eşik olabilir. Üstelik verilere göre son 20 yılda Grönland, tüm Amerika Birleşik Devletleri’ni yarım metre su ile doldurmak için yeterli olan 5.100 milyar tondan fazla buz kaybetti.
Permafrost: Permafrost, en az iki yıl üst üste donuk kalmış; kaya, toprak, tortu, buz ve organik madde karışımı olan bir zemini ifade ediyor ve yazın canlı bitkilerden kışın eklenen kardan oluşan “aktif tabaka” adı verilen bir sınırla atmosferden izole ediliyor. İklim ısındıkça ve permofrost çözüldükçe içinde tuttuğu karbondioksit ve metan atmosfere salınıyor. Bilim insanları, bu zehirli gazların yayılmasının küresel ısınmayı 0,3 dereceye kadar çıkaracağını ve kritik eşiğe daha hızlı ulaşmamıza sebep olabileceği konusunda uyarıyor.
Atlantik Meridyonel Devrilme Dolaşımı (AMOC): AMOC, sıcaklıkları belirleyen büyük okyanus akıntıları sistemine deniyor. Bu sistem, bir taşıma bandı görevi görüyor. Yani, sıcak suyu Güney Yarımküre’deki tropiklerden Grönland’a kadar getirerek ve soğuk suyu güneye taşıyarak Dünya’nın iklim sistemine ısıyı yeniden dağıtıyor. Ancak buzulların erimesiyle sisteme giren tatlı su akımları bu sistemi zayıflatıyor. Bu zayıflamanın ise dünya çapında sonuçları olabileceği düşünülüyor. Bilim insanları bu sistemin kısmi bir çöküşünün bile Avrupa’yı Buzul Çağı’na sürükleyebileceğini söylüyor.
Musonlar: Güney Amerika’daki Amazon bölgesinden Batı Afrika’ya ve hatta Hindistan’a kadar tropiklerdeki çiftçiler, mahsullerini yetiştirmek için mevsimsel muson döngülerine güveniyor. Küresel ısınma tarım faaliyetlerini etkiledikçe, çiftçiler tarım uygulamalarını başka bir yere taşımak zorunda kalıyor. Bu da büyük bir göç anlamına geliyor. NASA araştırmasına göre mısır mahsulleri, yüksek sera gazı emisyonu senaryosu altında en çok tehdit altında olan tarım ürünleri arasında yer alıyor. Ülkeler karbon ayak izlerini büyük ölçüde azaltmayı başaramazlarsa, mısır mahsulü veriminin 2030 yılına kadar, yaklaşık yüzde 24 oranında düşmesi ve dünya çapında ciddi etkileri olması bekleniyor.
Amazon Yağmur Ormanı: Musonların düzeninin bozulması, ormansızlaşma nedeniyle de sıkıntılar yaşayan ve “Dünyanın ciğerleri” olarak adlandırılan Amazon Yağmur Ormanları üzerindeki yük de artıyor. Gezegendeki en büyük tropikal yağmur ormanı, yaklaşık üç milyon bitki ve hayvan türüne ev sahipliği yapan Amazon, hava hareket ederken buharlaşma ve terleme yoluyla nemi geri dönüştürerek kendi yağışının yaklaşık yarısını üretiyor. Ancak bu yılın başlarında yayınlanan bir araştırma; Amazon’un kuraklık, yangınlar ve ormansızlaşmanın neden olduğu hasardan geri dönme yeteneğini hızla kaybettiğini ve kritik eşiğe ulaşmaya çok yakın olduğunu öne sürüyor.
Antarktika Buz Levhaları: Birleşmiş Milletler’in (BM) Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO), Antarktika’daki sıcaklıkların son 50 yılda neredeyse 3 derece artığını ve buzulların hızlandırılmış bir geri çekilme yaşadığını bildirdi. Bir çalışmaya göre 1992 ile 2011 yılları arasındaki kütlesel buz kayıplarının, 2012-2017 döneminde 4 mm deniz seviyesi artışına ve toplam küresel deniz seviyesi artışının neredeyse yüzde 18’ine neden olduğunu ortaya koydu. Bilim insanları, buzulların erimesinin binlerce hayvan türünün yok oluşuna neden olabileceğini söylüyor.
Mercan Resifleri: Mercan resifleri, okyanustaki en eski ekosistemlerden biridir. Bir mercan resifinin tam olarak gelişmesi, binlerce yıl sürebiliyor. Gezegendeki en değerli ekosistemler arasında yer alan mercan resifleri; kıyı şeridini, dalga hareketinin ve tropikal fırtınaların zararlı etkilerinden koruyor, deniz besin zincirleri için azot ve besin kaynağı yaratıyor. Sonrasında, azot ve karbon sabitlemeye yardımcı oluyor ve dünya çapında milyonlarca insan için gelir kaynağı oluşturuyor. Ne yazık ki, birçok bilim insanı, resiflerin kritik eşiğe çoktan ulaştığını ve 2050 yılına kadar tamamen yok olma riski altında olduğunu söylüyor.
Zamanımız kalmadı!
Bilim insanları 2000’li yılların başında, küresel sıcaklıklardaki 4 derecelik bir artışın çoğu kritik eşiği aşmamıza neden olacağını düşünse de yeni değerlendirmeler, küresel ısınmanın 1,5 dereceyi bulmasıyla, bu eşiklerin çoğunun aşılacağını gösteriyor. Bu nedenle iklim bilimciler, küresel ısınmayı 1,5 derecenin altında tutmanın gerekliliği konusunda ciddi uyarılarda bulunuyor. Ancak maalesef Dünya’nın yüzey sıcaklığı, 1850-1900’deki ortalamaya kıyasla yaklaşık 1,2 derece arttı ve emisyonların hızla azaltılmadığı bir senaryoda 2026 ile 2042 arasında, çok korkulan 1,5 derece eşiğine ulaşma yolunda hızla ilerliyor.
Üzerimize düşen tek sorumluluk ise şüphesiz, çevremizi bu konuda bilinçlendirmek ve küçük de olsa adım atarak sürdürülebilir bir dünya için dönüşümü tetiklemek. Gelecek nesillerin ve dünyamızın sağlıkla yaşayabilmesinin tek yolu bu adımları vakit kaybetmeden atmak.