Sınırlarımız dışında özgürlük ve özerklik arayan baskı altındaki insanların çabalarına karşı çıkınca bize karşı gelişen yeni koalisyonlarla karşılaştık. ‘Örnek ülke’, ‘bölgesel önder’ olmanın hiç kolay olmadığını görünce düş kırıklığına uğradık. Ama yöntem ve stratejimizi sorgulamadık, sorgulatmadık.
Aslında şaşırmamalıydık. Türkiye’nin etkisini onun ekonomik ve ticari girişimleri; otoriter yönetimler denizinde bir demokrasi adası olması; sivil toplumun dizi filmlerle taşıdığı orta sınıfının özgür ve zengin insan ilişkileri oluşturuyordu.
Oysa biz Kürt sorunumuzu savsaklamadan çözebilir ve müthiş bir toplumsal sinerji yaratabilirdik. Enerjimizi kendi içimizde tüketmezdik. Hukukla o kadar keyfice oynadık ve bireysel haklar alanına o kadar müdahalede bulunduk ki çevremizde ve dünyada demokrasi konusunda örnek alınan ülke olmaktan uzaklaştık.
Kendimizde rejim değiştirmeye hak görürken kendi rejimimizin değişmesi için dış müdahalelere zemin hazırladığımızı fark etmedik. Ama bu olasılıktan o kadar korktuk ki sürekli iç-dış düşmanların darbe, komplo ve kışkırtmalarından söz ederek toplumsal bir paranoyaya yol açtık.
Pörsüyen umutlar ve azalan prestijimizin en somut sonucu BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği için önceden bize oy verenlerin geri çekilmesiyle iddiamızı kaybetmek oldu. IŞİD saldırılarında savunmaları için destek vermediğimiz Irak Kürt Özerk Yönetimi ve Suriye Kürt özerk oluşumlarını destekleyen, hatta Türkmenler’in bile can ve ırzlarını koruyan PKK/PYD, İran ve ABD’nin artan etkisi karşısında nasıl bölgesel önder ve örnek ülke olacağımızı yeniden düşünmek zorundayız.
Dünya devleti olmayı galiba biraz erteleyeceğiz!