ORHAN TEKELİOĞLU
Biten seneye, anaakım TV kanallarında devam eden ve de yeni başlayan dizilere bakarak geçtiğimiz ve belki de bu yılın haletiruhiyesinin ne olacağını aşağı yukarı anlayabiliriz.
Özellikle siyaset bahsinde çok şey oldu 2015’te. Örneğin 2014 aralık ayında başlayan operasyonlar ve devam eden birçok soruşturma, dava neticesinde STV dizilerinin (‘propaganda dizileri’ diye kabaca sınıflayabileceğimiz) sonu geldi ve tabii ki bunu takip eden bir diğer soru da önem kazandı: Bu dizilerin izleyicisine ne oldu?
Daha çok C ve daha altındaki gruplara hitap eden ve hiç de küçümsenmeyecek reyting alan bu dizilerin izleyicilerinin hangi kanallara gittiğinin araştırılması gerekiyor. Benim varsayımım, büyük bir ihtimalle, ‘Kurtlar Vadisi’ ve ‘Diriliş Ertuğrul’a gittiği yönünde. ‘Küçük Gelin’in izleyicisinin hangi kanala yaradığını ise pek bilemiyorum.
Kanal D çok gerilere düştü
Sonra seçimler ve yol açtığı bir dizi iktisadî-siyasî etki neticesinde (devlet kökenli şirket reklamlarının tercih ettiği kanallar ya da pek de makbul olmadığı açıkça ifade edilen bazı yayın grupları gibi) kanallar arasındaki sıralama ve kârlılık da ciddî anlamda yer değiştirdi. İki üç sene öncenin açık ara birincisi Kanal D reyting yarışında (büyük bir ihtimalle kârlılıkta da) çok gerilere düştü ve bunun neticesinde bir sürü yönetici ve çalışanın işine son verildi.
Geçen yılın ‘yıldız’ kanalları ATV, TV8 ve Fox
Reytingler açısından düşününce, geçtiğimiz yılın ‘yıldız’ kanalları olarak siyaseten hükümete yakın olan ATV’yi, siyasetten bucak bucak kaçan (tabii ki, bu da bir başka tür siyaset anlayışı) TV8’i ve yeni izleyici panelini en iyi çözümleyen Fox öne çıktı.
Star, Kanal D’nin boşluğunu doldurmaya çalışan, hem Kanal D, hem de yeni izleyici paneli sosyolojisine yönelen bir kanal olarak öne çıkmaya çalıştı ama çok da başarılı olamadı. Star, hemen her daim ikincilik ile üçüncülük arasında gidip gelirken ATV, Fox ve dönem dönem de TV8 birinci oldu.
TRT’nin ‘Diriliş’i
TRT, ‘Diriliş Ertuğrul’la uzun yıllar sonra ilk kez banko birinci olabileceği bir dizi üretti. Diğer dizileri ise o kadar başarılı olmasa da, diğer kanalların aksine, daha düşük reytinglerle yayınlanmaya devam etti. ‘Diriliş Ertuğrul’un önemi, hükümetin uygulamaya çalıştığı, özünde milliyetçi ama Osmanlı geçmişini de kapsayan, benim ‘modern muhafazakâr’ diye tanımlamaya çalıştığım yeni dönem kültür siyasetlerinin model dizisi olabilmesinde saklı.
Demek ki, işin ideolojik bir boyutu da var ve bu bağlamda diziler dünyasının önemi de ortada. Başarı ve başarısızlıklarla dolu bir çaba bu aslında. Açıklayayım.
Son yıllara damgasını vuran, muhafazakâkar kültür siyasetlerinin etkisi açık ya da dolaylı olarak dizi anlatılarında ortaya çıkmaya başlar gibi de olsa, anlatıların sosyolojisi, örneğin günümüz şehir hayatıyla uyuşamadığından, çoğu zaman eksik ya da manasız kalıyor; dönem dizilerinde (‘Diriliş Ertuğrul’ gibi) biraz daha inandırıcı olabilse de, iş modern hayata geldi mi içinden çıkılmaz bir hâle geliyor. İşin aslı, hikayelerine muhafazakâr bir karakter vermeye çabalayan senaristlerin zihniyet dünyası, ekranda anlatılmaya çalışılanla uyuşamadığından çalışmıyor.
Bazıları, bu durumun farkında olduklarından bir başka eski ‘yordam’a başvurmaya başlıyor. Yeşilçam hikayelerini yeniden önümüze sunuyorlar. İyi de, Yeşilçam anlatılarının tarihsel dönemi ile günümüz arasında pek bir benzerlik kalmamış durumda; orada analatılmaya çalışılan modernlik ile muhafazakârlık arasındaki gerilimim yeni Türkiye metropol yaşamında karşılığı yok.
Ceyar’ı andıran ağa
Biraz örnekler üzerinden gidelim.
‘Karagül’deki kötü ‘Kendal Ağa’ karakterinin Yeşilçam’dan aktarılan arkaik bir ‘ağa’ tiplemesiyle doğrudan ilintisi olduğu aşikâr ama, ‘Kendal’, aynı zamanda Dallas’taki Ceyar’a da benziyor! Yani, ne kötülenebiliyor ne de bir nefret öznesine dönüşüyor.
Eminim, seveni, beğenini çoktur ‘Kendal’ın. Ve sonuçta izlenen, reyting alan ama ideolojik olarak bir bulamaç olan bir hikaye ortaya çıkıyor. Çokeşlilik övülüyor mu, yeriliyor mu belli olmuyor. Kadına şiddet ile kadın dayanışması aynı anda ve tuhaf bir şekilde öne çıkarıyor, dizi taassup ile muhafazakârlık arasında savrulup duruyor.
Bir tuhaf eşkiya
Yenilerden bir başka tuhaf diziye, ‘Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz’a baktığımızda kafa karışıklığı iyice içinden çıkılmaz bir hâle geliyor. Çünkü, ‘Karagül’, kurmaca da olsa taşrada, ‘doğu’da hikayesini kurarken ‘Eşkiya’ tam da ‘batı’nın ortasında, şehrin zenginlerinin yaşadığı semtlerde, mafyatik aileler arasında geçiyor. Bu ailelerin çocukları ile dış dünyadaki zengin çocukları arasında pek bir fark hissedilmiyor.
Dahası, ailelerin erkeklerine aşık olan, dış dünyadaki ‘normal’ ailelerden gelen kadınların da bu âlemi hemen benimsemeleri tuhaf bir seküler, eğitimli genç kadın algısı yaratıyor. İki söylem alenen çatışmaya başlıyor—bir yanda kadını özgürleştiren, geleneksel erkeklerin dünyasından bağımsızlaştıran meslek sahibiyeti (‘Hızır’a metres olan mimar kızımız gibi) ile ataerkil erkeğe kendini teslime hazır, işini, evini evlenemeyeceğini bildiği bir erkeğe vakfeden kadın anlatısı ekranda sakil bir gösteriye dönüşüyor. Dizinin hikayesi sürekli olarak, hislerini mantıklarının önünde tutan ve bu nedenle ‘hata’ yapıp duran, dengesiz kadınlar ya da dengeli ama arkadan iş çevirmeye bayılan kadınlar resmi geçidine dönüşüyor.
Evet, bu dizi de izleniyor ama nasıl bir algılar silsilesiyle? Bu kadınlar, bir yandan dua edip kocalarının, sevgililerinin, çocuklarının eve sağ salim dönmesini arzularken, öte yandan, şiddeti, erkek egemenliğe biadı tam anlamıyla reddetmiyorlar da!
Sır, son 10 yılın kültür politikalarında
Peki, nerede başlıyor, nerede aksıyor, nerede neticeleniyor bu kafa karışıklığı? Tabii ki, son 10 yıla damgasını vuran hükümetlerin dönüştürdüğü, oluşturduğu devlet kurumlarının (aileyi korumadan RTÜK’e) tercih ettiği kültür politikalarında.
Nasıl erken cumhuriyet elitleri, 1930’lu yıllarda, memleketin ahalisini modern, seküler ve Batıcı bir dille dönüştürmeye çabaladılar ve neticesinde çeyrek, yarım, eksikli, parçalı, heterojen bir melezlik yarattılarsa bu dönemin elitleri de, modern bir muhafazakârlık öğretimini düstur edinmiş bir hâlde popüler kültürün araçlarını da kullanarak kitleleri yeniden eğitmeye, dönüştürmeye çabalıyorlar.
Benzerlik ve fark tam da bu noktada belirginleşiyor. Cumhuriyet elitleri, popüler kültüre asla yüz vermeden, popülist, yukardan aşağı yöntemlerle bu işi kotarmaya çalışmış ve popüler kültürün sınırlarına geldiğinde savaşı kaybetmişti. Bu dönem elitleri de, tam tersi bir yerden, popüler kültürden işe başlayarak kendi söylemlerini kurmaya, kiteleleri muhafazakâr değerlerle tekrar tanıştırmaya çalışıyor. İlk bakışta, çok daha etkili olabilecek gibi görünen bu mücadelenin ne yazık ki hiç bir şansı yok!
Çarşamba günleri iyi bir örnek
Popüler kültür, çok-parçalı ve çok-odaklı kültürel şekilenmesinden dolayı, farklı hiyerarşiler ve daha da önemlisi, muhalefet olanakları da sunan bir dünyada kurar kendi hakikâtlarını. Evet, günümüzün en ‘tutarlı’ siyasal-muhafazakâr mesajlarını veren ‘Diriliş Ertuğrul’ gibi bir dizi ile aynı günde ‘Poyraz Karayel’ ve ‘Kara Sevda’ gibi diziler de iş yapar, yapabiliyor da zaten.
Çarşamba günleri bu bakımdan iyi bir örnek. ‘Poyraz Karayel’, bir mafya dizisi gibi görünse de, bir yandan da Oğuz Atay romanlarını hatırlatan, sürekli olarak kaybedenlere (babasını arayan, devlet babayı bulan ama benimseyemeyen, sürekli kaybeden, neticede bir mafya babasına sığınan, özetle ‘yetim/öksüz’ bir evlat anlatısı) gönderme yapan, bir başka modern Türkiye’yi bize sürekli hatırlatırken ‘Kara Sevda’, Yeşilçam melodramlarına doğrudan gönderme yapan hikayesinde, bu sefer, neredeyse sınıfsal bir yerden, ‘aşağıdakiler’e odaklanan, onların ‘zenginler’den alacağı intikamı allayan, pullayan, izleyiciyi bir ‘öç ziyafeti’ne’ hazırlayan bir hikayeye dönüşüyor.
‘Modern muhafazakâr’ değil, ‘makul muhafazakâr’
Demem o ki, aynı akşam gösterimde olan üç dizinin yarattığı toplam etki ve algı, popüler kültürü denetlemenin ne denli imkânsız olduğunun tartışılmaz bir kanıtı gibi.
Kimse bana sormaz ama yine de yazayım: ‘Modern muhafazakâr’ bireyler değil, olsa olsa ‘makul muhafazakâr’ gruplar üretmekten başka bir hayali olmaması gerekiyor yeni kültür elitlerinin.