EMRAH TEMİZKAN
temizkanemrah@gmail.com / @emrahtemizkan
Dublörün Dilemması, Korkma Ben Varım, Ruhi Mücerret…
Son yıllarda çok okunan bu üç romanın altındaki imza aynı: Murat Menteş.
Her mecrada sadece ve sadece edebiyatçı olduğunu söyleyen Menteş, 2013 yılının temmuz ayında ‘Uçsuz bucaksız bir Araf’ta’ başlıklı son yazısıyla, 11 aydır köşe yazdığı Yeni Şafak’tan ayrılmıştı.
Ara sıra Afilifilintilar ve OT dergisinde yazsa da epeydir sesi soluğu çıkmıyordu.
Menteş’le çok şey vardı konuşulacak… Günlük siyaseti, dünyadaki İslam algısını, hükümetin dinle ilişkisini ve geldiği çizgiyi konuşmak için bir araya geldik.
Demokrasiden şehitliğe, Tarantino’dan Tanzimat’a, ‘Ponzi Tezgahı’ndan ‘siyasi sorumluluk‘ kavramına kadar biz sorduk o yanıtladı…
Siyasi roman yazsam bugünün siyasetçileri kadar kötü adamlar yazamazdım
Siyasi gündemle başlamak istiyorum…
Tatsız mevzu.
Neden?
Çünkü bir ülkede ne kadar çok siyaset konuşuluyorsa, o ülkede hayat o kadar kötü demektir.
Siyasetimizi kötü yapan ne?
Türkiye’de siyaset bir kısır döngü içinde. Demokrasinin seyrelmesi, siyasetimizi bir ‘Emir verme ve emir alma’ kalıbına oturttu. Hatta, tapınmaya varan ifadelere şahit oluyoruz. Onurlu insanlar emir vermek de, emir almak da istemezler. Krala filan tapmazlar.
Peki, sanatın siyaseti konu etmesi? Mesela siz, siyasi bir roman yazmayı düşünmez misiniz?
Gerçekler, romanlardan daha ilginç. Siyasi roman yazsam, bugünün siyasetçileri kadar kötü adamlar yazamazdım. Böylesi tipler, korku romanlarında bile yok.
28 Şubat’ın tek mağduru kadınlar
Sık sık kadın haklarına vurgu yapıyorsunuz. Kadın meselesi neden önemli?
Uygarlığın düzeyi, kadının konumundan belli olur. Türkiye’de tüm iyi kadın yazarlar medyadan kovuldu. Yürürlükteki gaddar maçoluğun bedelini hepimiz ağır ödüyoruz. Şefkatli, nazik, yumuşak bir ses yok artık medyada.
Ot dergisinde ‘Beyaz Bluzlu Kız’ başlıklı bir yazı yazmıştınız. Medyanın ötesinde, genel bir kadın sorunundan söz ediyordunuz…
Türkiye, kadınların dehasından, enerjisinden, sezgi gücünden faydalanamıyor. Kadınlara “Başını ört, başını aç” dedik. Centilmen olamadık. Bülent Arınç “Kadınlar gülmesin” dedi. Yüz binlerce kadını diri diri gömdük aslında. İş yok, gelir yok, umut yok… 28 Şubat sürecinin de tek mağduru kadınlar oldu. İslamcı erkekler iktidara geldi, fakat kadınlar diplomasız, işsiz, yapayalnız kaldılar.
Kur’an’a hakaret edenin karikatüre kızmaya hakkı yok
Charlie Hebdo dergisinde, Hz. Muhammed karikatürünün yayınlanması, 7 Ocak’ta dergiye saldırılması ve çizerlerin katledilmesi size ne ifade ediyor?
Bu karikatür, inanca saygısızlık; cinayet ise büyük bir suçtur. Bu karikatürlerden hiç hoşlanmıyorum. Fakat cinayetler, o karikatürleri tüm dünyaya yaydı. Artık, milyonlarca insan, “Hz. Muhammed” denilince karikatürü hatırlıyor!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İnsanları karikatür çizdiler diye katletmek nasıl terörse, peygamberi resmetmek de en az o kadar terördür” dedi. Sizce de öyle mi?
Hayır… Karikatüristlere çokça dava açan, kitapların bombalardan tehlikeli olabileceğini söyleyen cumhurbaşkanımızın ilginç bir bakış açısı var. Daha dün Kur’an’la “Bakara makara” diye dalga geçilmesine hiç ses çıkarmamış birinin, peygamber karikatürüne kızmaya hakkı yok.
“Bakara makara” sözü, Egemen Bağış’a aitti. Yolsuzluk iddiaları nedeniyle Yüce Divan’a sevk edilmesi için oylama yapılan dört bakandan biri. Egemen Bağış, oy kullanırken zarfı bir nevi artistik bir hareketle attı. Ve çok tepki topladı. Siz ne dersiniz?
Saygısızlık. Millete sayısı yok, kendine saygısı yok, Allah’a, Kur’an’a hiçbir şeye saygısı yok.
Zorba bir milyarderin ölümünden sana ne?
Bu arada, Suudi Arabistan Kralı’nın ölümünden ötürü Türkiye’de yas ilan edilmesini nasıl karşıladınız?
Arabistan Kralı, Kâbe’nin çevresini 50’ye yakın gökdelenle kuşattı. Allah’ın evini, mimari olarak, yani olası en kalıcı şekilde aşağılamıştır.
En az 300 sene o gökdelenler Kabe’ye tepeden bakacak! Milyarlarca Müslüman, kıble diye gökdelenlere yöneliyor! Kral, Peygamber’in doğduğu sokağı, rezidans yapmak için tahrip etti.
Peygamber karikatürüne kızıyorsan, Kabe’ye hakaret edenin, Peygamber’in sokağını yıkanın yasını niye tutuyorsun? Zorba bir milyarderin ölümünden sana ne?
Kâbe çevresindeki gökdelenler neden hakaret olarak algılanmıyor?
İstanbul silueti, mimari ve tarihî bir Müslüman imzasıdır. Bu imzayı tahrif eden zihniyetten ne beklersin?
Din adına konuşanların yüzde 99’u ‘stratejik yalan’ söylüyor
Dindarlık bugün çok farklı anlamlara gelebiliyor, neden böyle?
Dindarlık çok çeşitli, rengarenk olabilir. Problem şu ki bugün din adına konuşanların yüzde 99’u ‘stratejik yalan’ söylüyor. Biri kefen satar, öbürü şov yapar, bir başkası laga lugayla, zırıltıyla kafamızı şişirir. Ağzını açıp “Dinimiz…” diyerek, tertemiz insanları yıllarca kandırıp hayatları zehirleyen din tacirlerinden iğreniyorum.
Ekonomide de mi dini kullanıyorlar?
Siyasal İslam gibi, bir de ticari İslam var. Hatta, ticari İslam, siyasal İslam’ı kapsıyor.
‘Ponzi Tezgahı’nı bilir misiniz? Bir dolandırıcılık türü. Biri sana bir paket ürün satar. Senden, bu üründen iki kişiye satmanı ister, onların da ikişer kişiye satmasını söyler. Böylece piramit oluşur. En tepede bir adam, altında milyonlarca müşteri… İslamcılara ait büyük şirketlerin çoğu Ponzi Tezgahı’yla ortaya çıkmıştır. Tek fark, reklam sloganı: “İslamî!”
Yandaş yazarın da ifade özgürlüğü yok!
Neden dindar aydınlar bu duruma ses çıkarmıyor?
Bugün, muktedir yandaşı bir yazarın, doğruyu söyleme, riyasız konuşma lüksü yok! Desteklediğin kimse iktidarda ve senin eleştiri, ifade özgürlüğün yok?! Neden tek kelime etmediklerini kendilerine sorun. Onları hiç anlayamıyorum zaten.
Sizin romanlarınızda mizah çok büyük yer tutuyor. Okurken sık sık kahkaha atıyoruz. Sizce mizahın gündemle ilişkisi nasıl olmalı?
Bugün en çok ilgi gören komedi Recep İvedik. Siyasetimiz de komedimizle aynı seviyede.
Eksiğimiz akıl, bilgi ve ahlak
Avrupa’nın İslam’a bakışı değişiyor mu?
Gelecek-bilimciler, önümüzdeki 200 yıl içinde, İslam’ın Avrupa’da en yaygın din olacağını söylüyordu. Fakat şimdi Allah ile kullar arasına mermiler, bıçaklar giriyor. İnsanlar İslam’dan kaçıyorlar. Avrupa’daki 700 milyon insan bir ağızdan şehadet getirip Müslüman olsa, İslam dünyasının acıklı durumu gözler önüne serilir.
Nasıl yani?
Diyelim, Quentin Tarantino İslam’a girdi. İslamcılar sevinir. Fakat Yönetmen Onur Ünlü’nün ‘İtirazım Var’ adlı tertemiz, şahane filmine de ‘+18’ sınırlaması getirdiler?!
Cat Stevens, 1977’de Müslüman oldu. Onu da kendilerine benzettiler. Adamcağız 35 sene eline gitar almadı! Yazık değil mi? Ta 2000’lerde bir konser verdi. Lady D’Arbanville’i öyle coşkulu söylüyordu ki, içim acıdı.
Fakat Avrupa komple Müslüman olursa, onları uyduruk bir İslam’a ikna edemezler. Ve din tacirlerinin çirkinliği, kokuşmuşluğu, adiliği su yüzüne çıkar. Eksiğimiz akıl, bilgi ve ahlak. Tarantino’nun, Spielberg’ün, Stephen King’in filan Müslüman olmasını bekleme. Kendi büyük yazarlarını, yönetmenlerini, bilim insanlarını çıkar.
Osmanlı’ya dönüş hem Cumhuriyet’e hem ecdada saygısızlık
Osmanlı’ya dönüş söylemi ve bir vekilin “Cumhuriyet 90 yıllık reklam arasıydı” sözüne ne diyorsunuz?
“Osmanlı, ecdat, şanlı tarihimiz…” Bunlar, masum sivilleri tavlayan hamaset kalıplarıdır. Osmanlı coğrafyasında bugün ancak demokrasiyle öncülük edebiliriz. Bilim ve sanatla. Emek ve eserle.
Osmanlı’yı severiz; dedesini kim sevmez? Mehteri, Divan Şiiri’ni, Süleymaniye’yi, Itri’yi severiz. Tamam da Fatih yaşasa, böyle mi yapardı? Osmanlı’ya dönme eğilimi, hem Cumhuriyet’e, hem ecdada saygısızlık.
Yobaz başkası mutlu olacak diye ödü kopan insandır
Hükümetin en önemli hatası ne?
Türkiye’yi tüm unsurlarıyla bir bütün olarak benimseyememek, ‘biz ve onlar’ diye ikiye bölmek. Milletin yarısını dışlamak, yarısını ise kenetlemek. Bunu yaparken dini kullanmak. ‘Bizden olmayanlar din düşmanı’ havası yaymak. Demokratik yani çoğulcu, şeffaf, katılımcı seyirden sapmak. Eleştiri kabul etmemek.
Bu durumun ne gibi toplumsal sonuçları oluyor?
Bakın, dünya artık kozmopolit bir şehir görünümünde. Pencereden komşuyla konuşur gibi Meksika’yla, Hindistan’la konuşuyoruz. 2013’te, 1 milyar 100 milyon insan bir ülkeden diğerine seyahat etti. Herkes farklı inançları, kültürleri tanıyor.
Siz eğer İslam’ı ticarete, siyasete, suça, saltanata alet etmeye devam ederseniz; orta sınıftan, diplomalı, liyakat sahibi insanlar isyan eder. Size yalnızca eğitimsiz ve muhtaç insanlar tâbi olur. Bu yoksul nüfusun yoğunluğu nispetinde taraftar bulursunuz. Siyasi varlığınız eşitsizliğe, her bakımdan sefalete bağlı hale gelir.
Ne olmalı peki?
Ben size sorayım: Bugün diyelim bir İspanyol, Japon veya Rus’un, yani bir yabancının örnek almak, ona benzemek isteyeceği bir Müslüman imgesi var mı? Yani, ‘Müslüman’ denince akla harika bir insan geliyor mu?
Pek sanmıyorum. Bu ne manaya geliyor?
İslam, tüm bu sultanlar, krallar, büyük ustalar, kefen giyenler, yalakalar, silahlı radikaller… yüzünden cazibesini kaybediyor. Eleştirmeyenler, soru sormayanlar yüzünden. Bilgisizlik, bağnazlık ve açgözlülük yüzünden.
Bağnazlık yalnızca dine mi özgü?
Tabii ki hayır. Bir başkası mutlu olacak diye ödü kopan herkes bağnazdır, yobazdır. Tek fikir, tek tutum, tek renk, tek önder, tek yol… diyen ve espri yeteneği sıfır kimseler…
Kız verilmeyecek türden bir adama Allah huri de vermez
IŞİD gibi örgütlere nasıl bakıyorsunuz?
Cennete gitmek için, dünyayı cehenneme çeviriyorlar. Halbuki bir insanın öldürülmesi, bir gencin katil olması, tüm insanlığın ortak kaybıdır.
Zulmediyorlar. Hurilere kavuşacaklarını umuyorlar belki. Normal bir adamın kız vermeyeceği tipte birine, Allah huri vermez.
Cennete, kapıyı kırarak giremeyiz
Şehit olmak için İslamcı örgütlere katılan gençler var. Siz, ‘Şimdi o silahı yavaşça yere bırak’ başlıklı bir yazı yazmıştınız. Şimdi ne diyorsunuz?
Şehitlik hayattan yana olmaktır. Kur’an’da “Size saldıranlar, sizi öldürenler, kadınları ve çocukları ezenler, sizi yurtlarınızdan sürenler…”e karşı direnmekten söz ediliyor. Durduk yerde savaş çıkarmak deliliktir. Bu, zekat verebilmek için hırsızlık yapmaya benzer.
Cennete, kapıyı kırarak giremeyiz. Şehit, bizim yaşamamızda onun fedakarlığının payı olan kişidir. Çanakkale şehitleri gibi. Doğum yaparken ölen anne gibi.
“Ben demokratım” diyemezsek hiçbir şeyi düzeltemeyiz
“Gerçek İslam bu değil” sözünde ifadesini bulan yorumlara, tartışmalara nasıl bakıyorsunuz?
Şu anda dünyada birbirine en uzak insanlar, İslamcı teröristler ile barışçı, medeni, demokrat Müslümanlardır.
İslamcılar demokratlığı benimseyebilir mi?
Türkiye’de dindarlar zaten tüm kazanımlarını demokrasiye borçlu. Dindar, liberal veya sosyalist olabilirsiniz. Bununla birlikte demokrat olabilirsiniz. Yani barışçı ve özgürlükçü olursunuz.
Demokratlık, ötekinin yaşam hakkına, söz hakkına saygı göstermektir. Eşitlikçi olmaktır. Çoğulculuktur. Müzakereden, kuvvetler ayrılığından, serbest seçimlerden yana olmaktır. Kendine güvenmektir. Tüm toplumsal süreçlerde barışçı dengeler kurmaktır.
“Ben demokratım” diyemezsek hiçbir şeyi düzeltemeyiz.
AKP, 2002’de ‘Müslüman demokratız’ diyordu. Bugün aynı çizgide mi?
AK Parti iktidarı, bu ülkenin dindar çocuklarının; eşitlikçi, özgürlükçü, demokrat ve çalışkan olduklarını gösterme fırsatıydı. Ne yazık ki bu fırsat heba edildi. ‘Kötünün iyisi’ olmaya rıza göstermek utanç verici. Dindarlar, muhalefetteyken son derece demokrattı. Şimdi, yalnızca bileğine kelepçe takılanlar ‘demokrasi’ diyor.
Siz tam olarak neyi ümit ediyordunuz?
Batı, bizim sanatsal, derinlikli inanç değerlerimize; İslam dünyası ise demokratlığımıza ilgi duyacaktı. Tüm gezegene faydamız dokunacaktı.
Erdoğan kendini bir savaşın içinde görüyor
Erdoğan’ın oyu yüzde 50 civarında. Bir o kadar insan da Erdoğan’a muhalif. Bu tabloyu nasıl yorumluyorsunuz?
Cumhurbaşkanı, 12 yıllık iktidardan sonra artık çok daha özgüvenli, barışçı ve kalender olabilirdi. Kendini bir savaşın, bitmeyen bir kavganın içinde görüyor.
1994’te, ellerinde karanfillerle kapı kapı gezen o başörtülü kızlar ve kravatlı çocuklar… Laik teyzelerden, bar müdavimlerinden, hatta genelevlerdeki hayat kadınlarından oy almayı başaran o gençler nasıl bu hale geldiler anlayamıyorum. Osmanlı’ya döneceklerine, 1994’e dönseler ya?
Başbakan Davutoğlu, Charlie Hebdo katliamından hemen sonra, “İslam barış dinidir” dedi. İnandırıcı oldu mu bu?
Nasıl inandırıcı olabilir ki? Bugün öldürülen her 10 Müslümandan dokuzunu Müslümanlar öldürüyor. 5,5 milyar gayrimüslimin katledilmesi ve 1,5 milyar Müslüman’ın şehit olması gerektiğine inanan radikaller var. Herkes ölsün istiyor adamlar. İslam denilince akla katliam ve hırsızlık geliyor.
Birçok insan, Erdoğan’a âşık, Davutoğlu hiçe sayılıyor
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun daha demokratik bir üslup getireceğini düşünüyor musunuz?
Kütahya’nın AK Parti’li belediye başkanı, “Haziran seçimlerine lidersiz giriyoruz” dedi. Yani, Davutoğlu’nu hiçe sayıyor. Cumhurbaşkanı, bakanlar kuruluna başkanlık etti. Davutoğlu’nun suratı asıktı. Birçok insan, Erdoğan’a âşık. Davutoğlu ne yapsın? Araya giremiyor.
Âşık mı?
Âşık, evet. İşadamları “Erdoğan’a aşığım” diyorlar. “Erdoğan’a zaafım var” diyen üstatların gözleri doluyor. “O’na dokunmak ibadettir” diyen vekiller, “O bizim için ikinci peygamber gibi” diyen il başkanları gördük.
Erdoğan sürekli ekranlarda, gazetelerde, afişlerde; evde, işte, her yerde göründüğü için bu aşklar hiç küllenmiyor. Her dem taze. O, sadece bir politikacı değil aynı zamanda en büyük star. Bilimsel tezleri, keşifleri, mimari konusundaki öncülüğü, şairliğiyle de beğeni topluyor.
Din adına hırsızlık, cinayet ve köleliği savunuyorlar
İlahiyat Uzmanı Profesör Hayettin Karaman’ın “Yolsuzluk, hırsızlık değildir” açıklamasına katılıyor musunuz?
Yolsuzluk, hırsızlığın en ileri aşamasıdır.
Müslüman Alimler Birliği Başkanı Yusuf el-Kardavi de, Aralık 2012’de, Suriye’de entelektüellerin ve sivillerin de öldürülmesi yönünde fetva verdi. “Masum iseler zaten cennete giderler” dedi. Katliam çağrısı yaptı! Gezi eylemleri sırasında da “Tayyip Erdoğan’ı protesto etmek haramdır” demişti.
Din adına hırsızlık, cinayet ve köleliği savunuyorlar.
Aydın, iktidara eyvallah etmez
Entelektüeller ile muktedirler arasındaki ilişki nasıl olmalı?
Safderun bir adam, bir arife sormuş: “Rüyamda filanca şeyhi cehennemde, hükümdarı ise cennette gördüm; bunun manası nedir?” Arif cevap vermiş: “Hükümdar cennete gitti, çünkü şeyhe hürmet ediyordu. Şeyh cehenneme gitti, çünkü hükümdarla uzlaştı.”
Bizde ise hükümdarın entelektüele, yazara, sanatçıya, bilim insanına, arife… zerre kadar hürmeti yok. Bununla birlikte hükümdarla uzlaşmaya can atan bir sürü herif var.
Hükümete hiçbir konuda katılmamak mı gerekiyor?
Bakın, iktidar bir lanettir. Yıllarca kendini Tanrı zannedersin. Sonra kuyruğu titretirsin. Yani ölür gidersin. Bu kadar acıklı ve basittir. Entelektüel bunu bilir. Muktedire, Tanrı olmadığını hatırlatır.
Bunu yapabilmesi için, entelektüelin yoksulluktan ve yalnızlıktan korkmaması gerekir. Entelektüelin, ‘âkil insan’ın, alimin, arifin, yazarın… kalbindeki karar bu olmalıdır: “Yoksulluktan ve yalnızlıktan korkmuyorum!”
Kitleler bunu diyemez. Bu, aydınların sözüdür. Aydın, iktidara eyvallah etmez.
Tamer Karadağlı tutarlı konuştu
Aktör Tamer Karadağlı’nın önce “Sayın Cumhurbaşkanı’ndan korkuyorum” deyip bir gün sonra “Onun müthiş karizması çok etkileyici” gibi sözler söylemesi ne anlama geliyor?
Gayet tutarlı. İkinci açıklama, Sayın Karadağlı’nın gerçekten çok korktuğunu gösteriyor.
Bizi Batı değil, başımızdakiler sömürüyor
Sömürgeci Batı’nın bugün bölgemizdeki kargaşayı körüklediğine katılıyor musunuz?
Hayır. Batı, Afrika’yı sömürdü, Hindistan’ı sömürdü, doğru. Fakat Türkiye’de devlet kendi öz evlatlarını, vatandaşlarını sömürdü. 13 milyon insan asgari ücretle çalışıyor, sen 700 bin liralık saat takıyorsun. Bu yoksul halktan 270 kalem vergi alıyorsun.
Biz emeği, zamanı, istikbali çalınan bir halkız. Üstüne bir de duygularımız, inançlarımız, umutlarımız sömürülüyor. Halkın yüzde 62’si, 1200 liranın altında aylık gelirle yaşıyor. Yani 46 milyon 500 bin kişi bu ülkede sefalet içinde.
Batı’nın hiç mi dahli yok?
Sen kendi çocuğunu öldüresiye dövüp sokağa atarsan, yoldan geçen Batılı’nın da o çocuğu tekmelemesi veya sana karşı kullanması, senin suçunu ortadan kaldırmaz.
Siyasi sorumluluk yok, saltanat var
Yani ‘dış güçlerin oyunu’ ifadesine katılmıyorsunuz, öyle mi?
Bak, çocuğun doğar, onu kucağına aldığın anda senin için tüm dünyanın anlamı değişir. Ömür boyu o çocuğu koruyacak, seveceksin artık. Onun başına bir iş gelince, kendini sorumlu hissedersin…
Siyasi sorumluluk diye de bir şey var. İktidar, hiçbir konuda sorumluluk üstlenmiyor. “Paralel yapı, dış güçler, faiz lobisi, iç düşmanlar, bizi çekemeyenler…” gibi ifadeler kullanıyor. İyi de sen ne iş yapıyorsun? Neden iktidardasın? Niye hiçbir sorumluluk kabul etmeden sadece saltanat sürüyorsun?
Siyasi sorumluluktan kaçış neye mal oluyor?
Sadece Soma’da 301 işçi öldü! Ermenek’te ölen 18 madenciden birinin eşi “1 lira için kapı kapı gezdim” diyordu! Muktedirler bundan utandı mı? Hayır. Gene yetimi itip kaktı, gene yoksulu tekmeledi!
Avrupa’nın en genç nüfusu bizde. Fakat evlatlarımız kaçacak ülke arıyor. Gençleri memleketten soğuttular işte!
Lider “Darbe” diyor, katil, “Darbeyi bastırdım” diyor, yoksul çocuklar ölüyor
Gençler sevilmiyor mu?
Gezi eylemleri için “Darbe girişimi” denmişti. 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz’ı döverek öldüren sanık polislerden biri (Mevlüt Saldoğan’ı kastediyor), kasım ayında, mahkemede “Ben, darbenin bastırılmasında görev aldım, beraatımı talep ediyorum” dedi. Lider “Darbe” diyor, katil, “Darbeyi bastırdım” diyor, yoksul çocuklar ölüyor. Bu denklemde sevgi yok. Gaddarlık var.
Ali İsmail Korkmaz davasında verilen karar?..
Hukuk ile adaletin birbirinden kopup uzaklaştığını gösteriyor.
Mevki ve yetki sahibi olmak için, şahsiyetsizliği kabul ettiler
Muktedirler niye utanmıyorlar?
1- Haklı çıkmak veya haklı görünmek onlara yetiyor. Yolsuzluğu ‘resmen’ rttüklerinde haklı çıktıklarını sanıyorlar. Fakat ‘haksızlık etmemek’ gibi bir hassasiyetleri yok.
2- Mevki ve yetki sahibi olmak için, şahsiyetsizliği kabul ettiler.
İslam ahlakı, Batı’daki seküler ahlakın gerisine mi düştü? ‘Batı’nın ahlakını da alalım’ mı diyorsunuz?
Allah aşkına Batı’dan bir şey almayalım artık. Biraz da biz Batı’ya, dünyaya, insanlığa bir şeyler sunalım.
‘Batı’nın oyunu’ deyip geçemezsin. Önce bir aynaya bak, halini gör
İslam bir kriz mi yaşıyor?
Hepimiz hacca gitmek isteriz, fakat hiçbirimiz Arabistan’da yaşamayı düşünmüyoruz. Ticari ve siyasal İslam’ın krizi bu. Kalplerde temiz bir inanç olarak yaşayan İslam’ın krizi değil.
İslam ülkelerinin durumu ne?
Katar’da, her Katar vatandaşı başına yıllık gelir 150 bin dolar. Etiyopya’da ise sadece 177 dolar. Yani, birinin bir günde kazandığını, öteki üç yılda bile kazanamıyor! Ayrı gezegenlerdeler sanki?!
Dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesi olan Endonezya, aynı zamanda emeğin en ucuz olduğu ülke!
İslam, tüm dünyada adaletsizlerin, vicdansızların tahakküm aracı haline getirildi. Müslümanların asıl isyan etmesi gereken budur. ‘Batı’nın oyunu’ deyip geçemezsin. Önce bir aynaya bak, halini gör. Gözünün önünde, İslam adına fırıldak çevirenleri gör.
‘İslam kalplerde kalmasın, sokakta da yaşansın’ fikrine katılmıyor musunuz?
Kalbinde inanç varsa, senin düşüncen, sözün, emeğin, eserin, sözün, tebessümün sokağı da memleketi de, hatta dünyayı aydınlatır.
Vicdansız ve akılsız yöneticilerin yalanlarını alkışlamaya varan dindarlık umurumda değil
Sizce gelişmişlik nedir?
Ruh hastası olmamaktır. Çalışkanlıktır. Gelişmişlik, cazibedir. Müslümanlar; ahengiyle, sanatıyla, bahçeleriyle, estetiğiyle, tebessümüyle dünyayı büyülemeliydi. “Vay canına!” dedirtmeliydi.
Türkiye dindarlaşmıyor mu peki?
Düşmanlıkların, ölümlerin, hırsızlıkların, korkunun, yalanların… artmasıyla birlikte yürüyen bir dindarlaşmaya inanmıyorum. Vicdansız ve akılsız yöneticilerin yalanlarını alkışlamaya varan dindarlığa asla itibar etmiyorum. Umurumda değil.
“İslam dünyası çağın gerisinde kaldı” diyorsunuz. Bu eski bir tespit değil mi?
Üzgünüm. “Dünyanın başrolünde Müslümanlar var” diyebilmeyi çok isterdim.
Sanayi ve bilim çağlarını ıskaladık. Şimdi yeni bir çağın eşiğindeyiz. Gelişmiş toplumlar, tabiatla uyumlu bir teknolojiye yöneliyor. Güneş enerjisini, rüzgar enerjisini depolayıp iletmeyi mümkün kılan sistemler üzerinde çalışıyorlar. Bu yeni çağı da yakalayamazsak, büsbütün köleleşeceğiz.
Artık her evde bir Tanzimat aydını var!
Bu iktidar döneminde, düşünce üretimi azaldı mı?
Hem de nasıl. Bugün, çoğunluk düşünmüyor, rasyonalizasyon yapıyor. Yani olayları, durumları mantığa bürüyor, tutarlı gösteriyor.
Rasyonalizasyon, demagojiyle birlikte yürür. Düşünmenin bir yolu da, fikrimizin, kanaatimizin aksi yönünde kanıtlar aramaktır. Bu, cesaret gerektirir. Böylece tüm doğruları, tüm iyilikleri, tüm güzellikleri kendimizde; tüm yanlışları, kötülükleri, çirkinlikleri başkasında görme çılgınlığından kurtuluruz.
Çözüm ne peki? Bilim ve sanat mı?
Son halife Abdülmecit Efendi yetkin bir ressamdı. ‘Sarayda Beethoven’ gibi tabloları çok meşhurdur. Bakın, halife diyorum, ressam diyorum. Bugün ise Tanzimat’ın da gerisine düşüldü.
Tanzimat’ı olumlu mu kabul ediyorsunuz?
Elbette. Tanzimat aydınını yerden yere vurduk. Onu taklitçi ilan ettik. Hacivat aydın, bopstil, Frenk şebeği diye yaftaladık.
Osmanlı nüfusu 13 milyon iken, Paris’e giden diyelim 13 kişiyle alay etmek kolaydı. Halbuki, hepsi de dindar çocuklar olan Tanzimat aydınları, bize çok basit bir şey söylüyorlardı: “Sistem kurmalıyız. Demokratlaşmalıyız. Batı ilerliyor. Bunu görmezden gelemeyiz…”
Bugün, 75 milyon nüfusun 10 milyonunda pasaport var. Kıyas, reflekstir. Londra’daki yeşil alanları (bu arada, Londra dünyanın en büyük kent ormanıdır), trafik düzenini, mimari dokuyu gören her vatandaşımız; bizim durumumuzun içler acısı olduğunu söylüyor. Yani artık her evde bir Tanzimat aydını var!
Talancılara kendi çocukları isyan edecek
Tanzimat Fermanı, halk arasında “Artık gavura gavur denmeyecek” şeklinde yorumlanmıştır. Bu tepkiyi nasıl anlamalı?
İnsanlara “Gavur” demek bir kazanım mı, iyi bir şey mi?
Tanzimat Fermanı, tek sayfalık bir metindir. İçinde ‘gavur’ kelimesi geçmez. Okumadan nasıl yargılayabiliriz?
Ahmet Mithat, Recaizade, Namık Kemal… hepsi de aslan gibi adamlardı. Saygıdeğer münevverlerdi. Okuyan bir toplum olsun, eşitlik olsun, geri kalmayalım derdindeydiler. Milyonlarca insan, dönüp bu insanlarla alay etti. 200 yıldır da alay ediliyor. İşte, geldiğimiz yer ortada.
Her evde bir Tanzimat aydını bulunması neye yol açacak sizce?
Çocuklarımızın dünyası, bizimkinden daha geniş olacak. Onlar, işlerini yaparken, eser verirken dünya standardını tutturacaklar. Akılsız, düşüncesiz, asalak olmayacaklar. Dinî inançları da onların hayatına zarafet ve bilgelik katacak.
Bugünün dinci talancılarına da, bizzat kendi çocukları en gür şekilde “Yeter!” diyecek.
Son söz: Birbirinden güzel üç film
Son olarak ne söyleyeceksiniz?
Sanırım epey iç karartıcı bir konuşma oldu…
Din ve inançla ilgili üç film tavsiye etmek isterim: 1- ‘PK’, 2014 Hindistan yapımı, harika bir komedi. 2- ‘Sürpriz Damatlar’, bir Fransız filmi, o da çok komik. 3- ‘Benim Komşum Bir Melek’ adıyla vizyona giren ‘St. Vincent.’
İnsan nedir, inanç nedir, demokratlık, eleştiri, ahlak, şefkat, barış nedir?.. Bu sorulara zekice cevaplar bulabilirsiniz bu filmlerde. Çok da eğlenirsiniz.