Din, milliyetçilik, temsili demokratik mekanizmaları hedefe koyan otoriterlik, askeri bir itaat ve silahlanma düzenine bel bağlama dörtlüsü Kayzer’in siyasal bedeninde nasıl kaynaşıyorsa, mikro ölçekteki sıradan adam olarak Hessling’in hayatında da artık bu dörtlü kaynaşmaktadır. Kayzer’in tek adam düzeni, tek adam sayesinde değil, kendisine itaatten vazgeçmeden küçük birer Kayzer olmayı, bulundukları her yapıda, kurumda, yerleşimde bu ikili iktidar yapısını yeniden üretmeyi görev edinmiş sıradan adamların sırtında yükselmekte, onlar sayesinde meşruluğunu genişletmektedir. Romanın sonlarına doğru bu olgu, Hessling’in düşüncesi aracılığıyla nefis biçimde aktarılır: “Ezmek isteyen, ezilmeyi göze alacaktı; iktidarın sarsılmaz yasası buydu.” Demek ki otoriter tek adam rejimleri bütün ezme kudretini kendisinde toplamaz; pay eder, ortaklarını çoğaltır. Kendisine koşulsuz itaat olsun, yeter. Fabrikada, üniversitede, bakanlıkta fark etmez. Herkes, yukarıya itaat sayesinde elde ettiği konumu korurken eşzamanlı olarak da kendi tebaasını yaratmanın ve ezmenin peşindedir.
Bu durumda, farklı düşünenleri ‘millet düşmanı’ ilan etmek; bu sayede Kayzer’i koruyor gibi görünürken kendi etki alanını, para birikimini, makam mevki edinimini genişletmek bir kandırılma durumu değildir. Burada bilinçli bir çıkar ortaklığı vardır. Bunu onun sayesinde başardıklarına göre, onun gidişinde kendi gidişlerini de görmektedirler. Çıkarlar bu nedenle iyiden iyiye iç içe geçer. İktidar olgusunun bu sunumu bize çok şey öğretir.