NURAY MERT
Koşullar elvermedi; henüz ‘başkanlık sistemi’ kurulamadı, ama Erdoğan’ın seçilmesiyle ‘cumhurbaşkanlığı sistemi’ kurulmuş oldu!
‘Ama böyle bir sistem yok’ mu? Olunca görürsünüz!
Doğrusu Erdoğan, kampanyası boyunca, kafasındaki sistemi kimseden gizlemedi. Dahası ‘ayinesi iştir kişinin.’
Lider, ideoloji ve sistem tamam
Başbakan ve çevresi zaten mevcut sistem, temayül, kural vs. ne varsa ‘eski Türkiye’ye ait sayıyor ve onun yıkıldığını, ‘Yeni Türkiye’nin inşa sürecinde olduğumuzu söylüyor.
Erdoğan, fani bir cumhurbaşkanı olarak değil, ‘davanın lideri’ olarak tanımlanıyor. Çankaya’nın siyasetin merkezi olacağı ve AKP’nin, yeni başbakanın, kabinenin bu çerçevede çalışacağı çoktan ilan edildi.
‘Yeni Türkiye’nin ‘ebedi lider’i Erdoğan, onun temsil ettiği dava, ‘yeni resmi ideoloji’, sistem de şimdilik ‘cumhurbaşkanlığı sistemi’ olacak.
Bu yeni sirkte daha neler kabiliyetler göreceğiz bakalm
Gerisini, lafı eğip bükmeye çalışanlar, bu sistemde birbiriyle yarışma halinde olanlar, bu yarışta geri kalma kaygısı duyanlar, en yakın çevre için rekabet edenler, çıta yükseldikçe yükseldiği için göze girmek adına yaratıcılığını zorlamak durumunda olanlar düşünsün.
Düşünceleri sorulan siyasetçilerin işi boş zarf vermeye vardırdığı noktada, belki ön almak için köşesini boş bırakarak jest yapan bile çıkar, görelim bakalım, bu yeni sirkte daha ne kabiliyetler sergilenecek.
CHP’nin hali çok ama çok hazin
Böylesi bir ortamda ana muhalefet partisi üstünde tepinmeyi hiç sevmiyorum ama, en büyük derdi demokratikleşme adına kendine alan açamamak olan partide, en güçlü ‘atılım’ın ‘geri tepmeci’lerden gelmesi çok ama çok hazin oldu.
Hayat böyledir, ne kadar korkak davranırsanız, o kadar felakete doğru sürüklenirsiniz.
Kürtlere gelince…
HDP’nin seçim başarısının nasıl okunacağı fevkalade önemli ve belirsizken, seçim sevinci Kandil’den gelen Öcalan’ın mesajıyla kursakta kalmak üzere.
Seçim kampanyası boyunca, HDP’nin ‘Türkiyelileşmek’ adına, Kürt meselesine aşırı mesafeli tutumunu çok yadırgayanlardan biriyim. Pişmiş aşa su katmamak için bu yönde yorum yapmaktan kaçındım. Nihayetinde, seçim sonrası ‘barış süreci’nin gerçekleriyle seçim söylemi arasındaki uçurumun derinleşeceğini düşünüyordum.
Ancak, Öcalan’ın son mesajı bu sorunun ötesine düştü. Aslında, Kürt siyasi hareketinin liderinin barış sürecinin devamını öncelemesi hiç yadırganacak bir durum değil. Dahası halen bu sürece inancını tekrarlayan iktidar partisi ve cumhurbaşkanı seçilen lideri, Kürt barışı için en önemli aktör…
Hangi zemin? Ne demokrasisi?
Ne var ki Öcalan mesajında bu çerçevenin ötesine geçiyor ve ‘demokratik devlet’ inşası için ‘tarihsel dönüşüm’ ve daha önemlisi oluşan ‘zemin’den söz ediyor. Kuşkusuz öncelikle ‘Yeni Türkiye’nin inşasında Kürt barışının olmazsa olmaz olduğunu belirtiyor. En iyi ihtimalle, muhafazakar hareket ile Kürtler arasındaki pazarlıktan demokrasi çıkacağına işaret ediyor.
Gelgelelim, epeyce zamandır tüm bunlar iddia edilir, umulur, tekrarlanırken bu esnada Türkiye otoriter bir düzene geçiş yaptı bile. Benim gördüğüm ‘zemin’in, ‘demokrasi zemini’ olmakla uzaktan yakından alakası yok.
Dolayısıyla Öcalan’ın bahsettiği ‘demokratik zemin’i kavramakta zorlanıyorum, birisi, ‘Savunmaları yeniden oku’ veya ‘Aslında onu demedi, bunu demek istedi’ demeden izah ederse sevinirim.
Birbirimizi fazla zorlamayalım
Defalarca yazdım, ne koşulda olursa olsun ‘barış süreci’nin devamından yanayım ve bunu laf olsun diye söylemiyorum. Aslında mantıken de zor ama ‘demokratikleşme’ ile ‘barış’ın yolları ayrılsa bile, barış çabalarını desteklemekten yanayım. Dahası eğer bu koşullarda mümkünse ‘Bari Kürtler mutlu olsun!’ noktasındayım.
Ama artık birbirimizi fazla zorlamayalım, hiçbir sorun yokmuş gibi davranmayalım. Elimizden gelirse bir yandan Kürtler ile barışı ve hatta onların iktidarla müzakerelerini destekleyelim, diğer yandan daha geniş bir demokrasi mücadelesi zemini yaratmaya çabalayalım.
En sahici olanı bu ve sahici olmayan hiçbir dostluk uzun ömürlü olmaz.
En büyük korkum
Son olarak en büyük korkum, Türkiye’ye demokrasi vadetmeyen bir gidişatın Kürt barış sürecini de bir noktada zora sokması. İşte o zaman Türkiye yaşanmaz bir ülke olur.
Ne olursa olsun bu noktaya gelmeyelim.