Prof. Dr. MERYEM KORAY
Covid-19 salgını gelecekle ilgili tartışmaları tetiklerken, kapitalizmin yeniden düzenlenerek sürdürülmesiyle ilgili tartışmalar oldukça yoğun. Bunlardan bir bölümü, şirket batmalarının önlenmesi, işsizliği telafi edecek önlemler getirilmesi, uluslararası koordinasyonun güçlenmesi gibi önerilerle temelde talebin ve küresel piyasanın sürdürülmesine odaklı.
Buna karşın kapitalizmin devamını ciddi anlamda dönüşümüne bağlayanlar da var ki, bu gurup içinde vergi politikalarında radikal değişiklikler, sosyo-ekonomik haklara dayalı sosyal devlet anlayışı, Keynesyen politikalara dönüşün gerekliliği gibi konular öne çıkmakta.
Aslında ‘corona’ öncesinde de küresel kapitalizmin ve neoliberal politikaların geleceği tartışma konusuydu. Bir yandan büyüme krizi yaşanıyor, öte yandan küresel ve ulusal düzeyde artan sosyo-ekonomik eşitsizlikler yalnız ahlaki değil sistemin geleceği açısından da kaygı yaratıyordu.
‘Takke düştü kel göründü’
Eşitsizliklerin büyümenin önüne çıkardığı engeller tartışılırken, sokaklara dökülen kitlelerin protestoları da sistemin ‘meşruiyetini’ tehlikeye sokuyordu!… Covid-19 salgını ise, özellikle gelişmiş ekonomilerde kamu hizmetlerinin piyasaya devri ile devletin elinde kalanların yetersizliği ve kalitesizliği konusunda gözlerin iyice açılmasını sağladı diyebiliriz. Bir anlamda ‘Takke düştü kel göründü‘ misali sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinin ‘kelliği’ de ortaya çıktı! Kamudaki hastane, yatak, doktor yetersizliği bir yana, test kiti, maske gibi en basit ihtiyaçlar bile karşılanamadı, temini de başka ülkelerden gelmelerine bağlandı.
Yaşanan fiyaskonun, sosyal devlete yeniden itibar kazandırdığı da söylenebilir. Ancak sosyal devletin yeniden güçlendirilmesine yönelik düşüncelerin, ortaya çıkan toplumsal ve insani ihtiyaçlarla olduğu kadar, sistemin meşruiyetini kurmakla ilgisi olduğu da gözden uzak tutulamaz. Bugün çarkın yeniden dönmesi için sisteme trilyon dolarlar aktarmak gerekiyor; bunca parayı toplumsal rıza sağlamadan aktarmaları da kolay değil.
Sosyal devlet düşünülürken…
Sonuç olarak sosyal devletle ilgili epey tartışma var. Bu tartışmalar da, sosyal devlet denilince, sorunlar ve yapılacaklar üzerine düşünme ihtiyacını gündeme getiriyor. Konu geniş, birkaç noktayı hatırlatmakla yetineceğim.
İlk olarak sosyal devletin birçok ülkede ‘yoksulluğu yönetir’ hale gelmesiyle yaşanan sorunlar sağlık sorunların ötesinde olduğunun görmek gerek. Örneğin sağlık sistemi böyle de eğitim sistemi daha mı iyi; gecekondularla çevrelenmiş kentler ve buralarda yaşayanların hali daha mı düzgün; işsizlik durmadan artar ve teknolojik gelişmeler daha yoğun işsizlikleri vaat ederken yaşam daha mı umut verici; hemen her ülkede üretilen gelir tepelerde toplanırken ortaya çıkan gelir uçurumları daha mı kabul edilir; sosyal güvenlik durmadan aşınırken, kaçırılan vergiler daha mı küçük fiyasko!..
Bugüne dek toplumsal eşitlik ve dayanışma adına sağlanan en büyük gelişme, kapitalizmin rekabet mottosunu az veya çok ‘fırsat eşitliği’ yönünde dengelemeyi amaçlayan sosyal devlet anlayışı olmuştur diyebiliriz. Ne var ki, 1980 sonrasındaki neoliberal politikalarla en gelişmiş ülkelerde bile sosyal devlet ile fırsat eşitliği iddialarının büyük ölçüde kayıplara karıştığı biliniyor.
Sağlık sisteminde ortaya çıkan tablo da bunu göstermekte. Gelişmekte olan ülkelerde ise sosyal devlet iddiaları zaten hiçbir zaman maya tutmamış, buralarda sosyal devlet denilen şey, en iyi halde, devletin ulufe biçiminde dağıttığı sosyal yardımlardan ibaret kalmıştır.
Dolayısıyla hemen her ülkede oldukça yaygın sosyo-ekonomik sorunlar var ve bunlarla baş edilmesi için liberal sosyal devlet anlayışından ötede sosyo-ekonomik haklar üzerine oturan sosyal devlet anlayışına geçmek gerekiyor; bu nedenle Keynesyen ekonomi politikalarına dönüş de gerekli.
‘Sosyal devleti yeniden düşünmek yetmez’
İkinci olarak, küresel kapitalizm sürdürülecekse, şu veya bu ülkede sosyal devletin yeniden canlandırılması yetmez. Bir yandan sermayenin hareketliliği, öte yandan küresel rekabet birkaç ülkenin farklı politikalara gitmesine izin vermez. Son yıllarda sosyal devletin korumacı ve eşitlik sağlayıcı rolünün daha ciddiye alındığı AB üyeleri, bu konularda oldukça sivri örnekler oluşturan İskandinav ülkelerinde bile neo-liberal politikaların sosyal politikalarda yol açtığı gedikler iyi biliniyor. Kısacası bir yerdeki sorunların öteki bölgeleri de etkilediği dünyada küresel düşünmeye ve küresel çözümlere ihtiyaç var.
Öte yandan zengin ve yoksul ülkeler arasında yaşam ve çalışma koşulları açısından ortaya çıkan eşitsizliğin, zengin ülkelere akan göçün en büyük nedeni olduğu da ortada. Yalnızca göç olgusu düşünüldüğünde bile, göçlerin azaltılması isteniyorsa göç veren ülkeleri yaşanılır yerler yapmak gerektiği açık. Dünya Bankası uzmanı Branko Milanovic’in dediği gibi, “Ya yoksul ülkeler de zenginleşecek ya da yoksul insanlar zengin ülkelere göç devam edecek.” (1)
Bu nedenle ikinci bir hatırlamaya ihtiyaç var; sosyal devletten söz edilecek ve Keynesyen ekonomi politikalarına dönüş düşünülecekse bunu küresel düzeyde, tüm ülkeler için geçerli olacak biçimde düşünmek gerekmekte.
Kuşkusuz gerek ulusal gerek küresel politika değişikliklerinin faturaları da var ki, ‘corona’ belasına karşın gerek zengin ülkelerin gerek sermayenin bu faturaları ödemeye pek gönüllü olmayacakları açık. Örneğin sosyo-ekonomik hakları yeniden var edecek bir sosyal devler düşünüldüğünde, vergi politikalarını iyi bir ‘silkelemek’ gerektiği gibi, sosyo-ekonomik hakları var etmeye yönelecek kamu hizmetlerinin güçlenmesiyle piyasanın daralması da kaçınılmaz; her iki değişikliğin sermayenin işine gelmeyeceği ortada.
Öte yandan sosyo-ekonomik koşulların küresel düzeyde iyileştirilmesini düşünüldüğünde, bu ülkelerin finansal açıdan desteklenmesi ve bu ülkelerin açlık, yoksulluk, işsizlik, eğitimsizlik gibi büyük sorunlarını azaltmak üzere ‘küresel dayanışma fonu’ gibi kuruluşlara ihtiyaç var ki, yine vergi kaynaklarını düşünmeyi gerektirmekte.
Ancak dünyanın savunma giderleri diye silahlanma yarışına ayırdıkları büyük paralar düşünülünce, gerekenin kaynak değil zihniyet değişikliği olduğu anlaşılıyor. Örneğin Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (IISS), 2019 yılında Amerika hariç dünyadaki toplam savunma harcamalarının 1.73 trilyon dolara ulaştığı, yalnızca ABD’nin harcamalarının 684.6 milyar doları bulduğu bilgisini veriyor. (2) Dolayısıyla birbiriyle savaşmak değil birlikte yaşamak seçildiğinde yeryüzünün de insanlığın da kurtulması mümkün; ‘uygarlık’ denilen şey de bu olabilir.
Bu nedenle Chomsky’nin dediğine kulak verip, bugün Covid-19 salgının ötesinde bir uygarlık krizi karşısında olduğumuzu düşünmek gerekiyor; ‘corona’nın en büyük iyiliği de ‘nasıl bir insanlık ve uygarlık istediğimize dair düşünmek’ olabilir. (3) Bu düşünmenin ilk şartı da sorunlarımızın küresel olduğunu kabul edip küresel çözümlere yönelmek olmalı diye düşünüyorum.
Ekonomi kurtarılırken vergiler!
‘Corona’ musibetinden sosyal devlet yönünde bir hayrın doğması ve sosyal devlette sosyo-ekonomik haklar yönünde bir dönüşümün sağlanması için ilk düşünülecek şey, 40-50 yıldır bildiği gibi at koşturan sermayeyi dizginlemek olarak görünüyor; en başta vergi sistemi… Türkiye gibi birçok ülkede tüketim üzerinden alınan dolaylı vergilerin vergi gelirinin dörtte üçünü oluşturduğu; kurumlar vergisi ile gelir vergisinin, bir yandan vergi indirimleri, öte yandan vergi kaçırmalarla devede kulak kaldığı bilinmiyor değil.
Küresel düzeyde de durum farklı değil: 80 sonrası hemen her ülkede sermaye vergilerinin azaldığı görüldüğü gibi şirketlerin vergiden kaçınmak için yurtdışına aktardıkları paraların inanılmaz rakamlara çıktığı da bilinmekte. Ortaya konulan birçok çalışmada eğer çok uluslu şirketlerin elde ettikleri kar doğru hesaplanıp vergi alınabilseydi, bu şirketlerin her yıl 500-650 milyar dolar daha fazla vergi ödemeleri gerekeceği gibi bir sonuca varılıyor. (4)
Devletin topluma harcayacağı kaynakların birkaç şirket ve birkaç milyarderin elinde toplanmasının sonucu da, hem ulusal hem küresel düzeyde eşitsizlik ve adaletsizliklerin artışı olmakta. Ortaya çıkan tablo yıllardır biliniyor; buna çare olmak üzere vergi politikalarında getirilmesi düşünülen değişiklikler de epeydir gündemde. Buna karşın, bitmeyen krizleriyle kapitalizm çok zaman kurtarılmayı beklediğinden vergi değişikliklerine bir türlü sıra gelmiyor.
Ancak artan eşitsizlikler sistem için de sorun olmaya başlarken, büyük ölçüde sosyo-ekonomik nedenlerle kitleler isyan edip sokakta hak aramaya yönelince eşitsizliğin azaltılması gibi konular ve kaçırılan vergiler BM, OECD, IMF gibi kuruluşların da gündemine girdi.
Oralarda da birkaç bin milyarderin ve küresel şirketlerin ödemeyip kaçırdıkları vergiler, dünyada üretilen gayri safi hasılanın en az yüzde 10’unun ya da her yıl 500-600 milyar -gelişmekte olan ülkelerden çıkan para da 200 milyar dolar dolayında tahmin edilmekte- doların vergi cennetindeki hesaplarda tutulduğu gibi gerçekler konuşulur oldu. (5)
IMF Başkanı’nın bu yılın başında yazdığı ‘Eşitsizliği azaltmak, fırsatları arttırmak’ başlığını taşıyan blog yazısında da eşitsizliği azaltmak için yeniden düşünülmesi gerekenler arasında ‘artan oranlı vergilerin’ yer aldığını gördük. (6) Kısacası sistemin insana değil kendine çalıştığı zaten biliniyor ve küresel sistemin en ‘baba’ kuruluşları bile sistemde değişiklikten söz etmeye başlıyorlardı.
‘Corona’ salgını ise, bir şeyleri ortaya koyarken çelişkileri de arttırdı. Bir yandan sosyal devlet yeniden ihya edilecekse küresel düzeyde getirilecek servet vergisi, küresel şirketlerin her ülkedeki faaliyetlerinin vergilenmesi, her ülkede sermaye vergilerinin arttırılması gibi uzun süredir konuşulan vergi politikasında kökten değişiklikler kaçınılmaz; öte yandan bazı sektörlerin durması, işyerlerinin kapanması, işsizliğin artması gibi belalar var ki, devletin daha fazla vergi alması değil bu sektör ve işyerlerini kurtarması beklenmekte.
‘Corona’yla gelen yoksullukla nasıl baş edilecek?’
Örneğin IMF, 1929 buhranından daha büyük bir ekonomik çöküntü beklemekte; ILO, 200 milyona yakın kişinin işini kaybedebileceğini söylemekte; Oxfam, 500 bin kişinin daha yoksulluğa sürükleneceğini belirtmekte. Bunlar, dünyanın ve insanlığın sefil manzarasının daha kötüleşeceğini gösteriyor. Bugünkü sorunlarla bile baş edemeyen reel dünya ‘corona’yla gelen iflaslar, işsizlik ve yoksullukla nasıl baş edecek?
Şimdilik para musluklarının açılıp ülkelerin borçlandırılmasının öngörüldüğünü anlıyoruz; gerekçe de, hep olduğu gibi, büyümenin sürdürülmesi ile işsizliğin önlenmesi!… Örneğin kurtarmalar için dünyada hükümetlerin ve merkez bankalarının taahhüt ettiği destek paketlerinin şimdiye kadar 7 trilyona ulaştığı söylenmekte. (7) IMF başkanı da, ‘corona’nın getirdiği ekonomik daralmanın önlenmesi için 8 trilyon dolara ihtiyaç olduğunu söylemekte. (8) Bunların faturasını da hemen olmasa da orta vadede toplumların ödeyeceğine kuşku yok. Bu nedenle IMF Başkanı sözlerine, bu çöküntüden yoksul ülkelerin daha fazla etkileneceğini ve çöken ekonomileri kalkındırmak için 100 milyar dolara ihtiyaç olduğunu belirtirken, dışarıdan gelecek para akışının yetmeyeceğini, ülkelerin bu sorunla baş etmek için yeni yaklaşımlara ihtiyacı olduğunu da ekleme ihtiyacı duymakta.
IMF Başkanı’nın adını koymadığı yeni yaklaşımların esas olarak vergilerle ilgili olduğu açık; asıl kaynak orada, bir yerlerde birikmiş milyar dolarlar var. Bu nedenle Vergi Adaleti Web Sitesinde hatırlatıldığı gibi, bugün küresel düzeyde zor zamanlar yaşanırken, geçmişte savaş zamanlarında olduğu gibi -Britanya’da İkinci Dünya Savaşı sırasında en yüksek gelir vergisi yüzde 94’e çıkmış- kurumlar ve gelir vergisinin arttırılması gereken koşullar olduğunun düşünülmesine ihtiyaç var; öte yandan teknoloji devleri gibi salgın nedeniyle geliri azalmak şöyle dursun artan şirketler söz konusu. (9)
Dolayısıyla özellikle küçük işletmeler olmak üzere sektörler ve işyerleri desteklenecekse, vergi değişikliklerini bir engel olarak görmek yerine zamanıdır diye düşünmek mümkün. Öte yandan şirketlerin kurtarılması ve desteklenmesi düşünülürken, bu kurtarmalarda vergi kaçırmanın bir kriter olarak alınması da gerekli ki, kaynakların doğru kullanımı ve vergi kaçırmanın ödüllendirilmemesi sağlansın.
Kısacası, Covid-19 salgını nedeniyle yalnız kurtarmayı düşünmek yerine, ekonominin iyice kronikleşmiş hastalıklarını tedavi etmeyi de düşünmek gerek. Savaş zamanında olduğu gibi her ülkede kurumlar ve gelir vergisinin arttırılması, servet vergisine gidilmesi, salgın süresince kazançları daha da artan küresel şirketlerin adil biçimde vergilendirilmesi mümkün olursa, ülkelerin borç cenderesine girmeden de bu belayla mücadele edebileceklerine kuşku yok. Yalnız vergi cennetlerine her yıl giden paranın 500 milyar olduğu düşünülürse, bununla, ekonomi çarkının dönmesi de, sosyal devletin ve kamu hizmetlerin yeniden canlanması da sağlanabilir.
Bunların da ötesinde küresel ısınma gibi bir sorunumuz ortada ve tüm dünyada bunun arttırdığı afetler yaşanırken, daha fazla büyümeden önce daha hakça bölüşüm-paylaşımı düşünmek gerektiğine kuşku yok. O nedenle kapitalizmin sürdürülmesinden yana olanların, ilk olarak vergi sorununa eğilmeleri, ikinci olarak iyilik ve refahın küresel düzeyde sağlanması için yeryüzü kaynaklarından sağlanan gelirin nasıl paylaşılacağını konuşmaları gerekiyor. Bunların konuşulması ve önemsenmesi için de düşünürler kadar kitlelere iş düşmekte. Chomsky’nin dediği gibi ‘nasıl bir dünyada yaşamak istediğimize’ dair düşünmek bu nedenle önemli.
Kaynakça
(1) Branko Milanovic, ‘Global Income Inequality in Numbers: in History and Now’ Global Policy-4, 2 Mayıs 2013, www.globalpolicy.com
(2) IISS, ‘Comparative Defence Statistics’, The Military Balance 2020, IISS, www.iiss.org
(3) Noah Chomsky, ‘Koronavirüsün iyi yanı belki de insanları nasıl bir dünya istediğimiz konusunda düşünmeye itmesi olacak’, Medyascope, http://medyascope.tv/ 4 Nisan 2020,
(4) Gabriel Zucman, (2018), ‘Taxing multinational corporations in the 21st century’, Econfip Research paper, https://econfip.org
(5) UN, (2019), International Cooperation to Combat Illicit Flows and Strengthen Good Practices on Asset Returns, https//www.un.org; Nicholas Saxon, ‘Tackling Tax Havens’ IMF Financial and Development, Volume 56/3, Eylül 2019, www.imf.org
(6) Kristalina Georgieva, ‘Reduce Inequality to Create Opportunity’, IMF Blog, 7 Ocak 2020, www.imf.org
(7) BBC, ‘Koronavirüs:7 trilyon dolarlık paket dünya ekonomisini kurtarmaya yeter mi?’ BBC News-Türkçe, 27 Mart 2020
(8) Kristalina Georgieva, ‘A Global Crisis Like No Other Needs a Global Response Like No Other’, IMF, 20 Nisan 2020, www.imf.org
(9) Nicholas Shaxson, ‘Tax justice and coronavirus’ Tax Justice Network, 24 Mart 2020, www.taxjustice.net