2005’ten sonra (…) temel devlet kurumları Adliye, Askeriye, Hariciye, İlmiye, Maliye ve Mülkiye itibarsızlaştırıldılar, kurumsal hafızaları boşaltıldı ve kurum olmaktan çıktılar. Bir memleketin başına gelebilecek, beyin göçü ile birlikte en büyük felâkettir.
Bugün yegâne siyasî hedef her türlü danışma, oydaşma, denge, denetim ve düzenlemeden muaf “iş bitirebilmek”. Bu yozlaşmanın maalesef toplumda da ciddî bir karşılığı var.
Gün geçmiyor ki, akla hayale sığmayacak bir uygulama gündeme düşmesin. Ancak vahim olan tamamen köşeye sıkışmış kedi tepkileri veren iktidarın abuk sabuk tasarrufları değil bu tasarruflara ağzını açmayan, HDP dışında siyasetle birkaç mecra ve merci dışında toplumun duyarsızlığı. Ya da kokuşmuşluğu…
Bunun memlekete büyük bedeli olacak, şimdiden oluyor. En büyük bedel bu kokuşma hâlinden kurtuluş reçetesi olarak pazarlanacak ve Erdoğan’ın tek başına demir yumrukla adına “istikrar” dediği itaatkâr, huzurlu ve faşist toplum düzenini inşa edecek olmasıdır.
Bu gidişata karşı çıkacak olanlar HDP ve toplumun farklı katmanlarından fışkıran itirazlardır. Nefeslerinin yetip yetmediğini göreceğiz.
Türkiye’nin gündemi dünyanın gündeminden temel konularda zıt istikamette ilerliyor artık. Bunun Batı dışı arayışla da alâkası yok. Doğu’da da Türkiye’nin resmî “değerli yalnızlığı” ayarında bir gidişat yok. İran’a bakmak kâfi.
Dünya devlet ve toplumları her geçen gün birbirlerine olan ihtiyacı idrak ediyorlar. AKP Türkiyesi ise “Dünya Türk ya da AKP’li olsun” diyor.
Tepeden tırnağa, devletinden toplumuna çürümeden kokuşmaya doğru ilerleyen Türkiye’ye İngilizcedeki failed state tanımı yakışmıyor mu?