Bir gün Ermeni soykırımı için “taziye” yayınlayıp bir başka gün “affederseniz bana Ermeni bile dediler” tutumu içinde olanların nezdinde insanlarımızın acıları, politikanın kaypak zemininde ihtiyaç hâlinde rakiplerine karşı “kullanılacak” argümanlar olmaktan başka bir anlam ifade etmekte midir?
Çözüm Süreci’nin canlandırdığı barış umutlarını siyaseten istismar etmeyi “maharet” sayıp insanlardaki hayal ve umut kırıklığının yol açtığı öfkenin nedenlerini dahi anlamaya yanaşmayanları biraz ciddi olmaya davet etmeyi neredeyse “hainlikle” özdeşleştiren, “paralel” olmakla yaftalayan bir zihniyetle hangi sorunumuzu, nasıl çözebileceğiz? (Bu “paralel” mevzuuna başka bir yazımda döneceğim tekrar.)
Dersim meselesi de, Çözüm Süreci de, Alevilerin taleplerini içerecek şekilde din ve vicdan özgürlüğü sorunlarımız da, azınlık statüsündeki yurttaşlarımızın çileleri de köklü bir demokratik yeniden yapılanma reformunun konusudur; hiçbiri diğerinden bağımsız ve “kendi başına” sorunlar değildir. Bu sorunlar büyük bir demokrasi ve toplumsal barış projesinin yapı taşlarıdır. “Biz” olabilmek sorunlarımızdır.
Bu sorunların “görünür” hâle gelmesinin açığa çıkardığı sorumlulukları taşıması gerekenler kendilerini “devlet” ile özdeşleştirdiği zaman, ister istemez bu anlayış ve pratikleriyle kendileri “sorun” olurlar ve olmuşlardır…
“Hey gidi zaman” diye iç geçirdiğimizde geleceğe dair yaşamak istediğimiz umutlu heyecanlar üzerinde gün geçtikçe kararan bir gölge hâline geldikleri için…