Nuriye ve Semih açlık grevinin 111. gününde. Kasları vücutlarını taşımamaya başladı. Yürümekte, duymakta, konuşmakta, su içmekte zorlanıyorlar. Her ikisi de eğitimci, öğretmen. Amaçları sadece yaşamlarını fiziksel olarak devam ettirmekten ibaret değil, düşünerek, yazarak, anlatarak, öğrenerek, öğreterek yaşamaya alışkınlar.
Buraya kadar hepimiz mutabıkız ancak eylemlerinin sonucunun ne olabileceğini konuşurken, amaçladıkları sonucun bu olmadığını unutuyoruz.
Yani; “Açlık grevi bir intihar biçimi değildir. Bir protesto biçimidir. Kişi kendi iradesi ile bilinçli olarak, yiyeceği reddetmektedir. Bu açlık grevi ölümle sonuçlanabilir. Ama temel amaç ölüm değildir.”
Bu açıklama, Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) ‘Açlık Grevleri Sırasında Tıbbi Etik İlkeler ve Bunun Pratik Yansımaları’ bildirgesinden.
Aslında doktorlara yazılmış bu açıklama, Nuriye ve Semih’in neden açlık grevinde olduğunu gözardı edenlere de bir hatırlatma gibi. Bildirge, ‘bırakın’ çağrısı yapanlara, kişinin kendi bedeni üzerindeki iradesiyle ilgili kararın kendisine ait olduğunu anlatırken, çağrının muhatabının açlık grevcileri değil, talebin karşılanmasında etkili olabilecek yetkililer olduğunu da hatırlatıyor.
Memleketin direniş tarihi, güvenlik güçleriyle işbirliği içinde olup işkenceyi belgelemeyerek dolaylı yoldan işkenceye katılmış olan hekimlerle dolu. (Hatta ‘Hayata Dönüş’ diye anılan operasyonda bilgisizlik ya da kötü niyet sonucu zorla ve yanlış beslemeyle birçok eylemcinin Wernicke Korsakoff olduğunu biliyoruz.)