FREDERIKE GEERDINK
Sevgili Avrupa,
Kocaman, hantal ve samimiyetsiz olmana rağmen seni omuzlarından kavrayıp tutmak istiyorum. Hatta küçük, önemsiz bir vatandaşın olsam bile seni sert bir biçimde sarsmam gerektiğine inanıyorum. ‘Uyan!’ diye haykırmak istiyorum suratına. Haydi uyan, Avrupa!
Geçen hafta Avrupa Birliği yüksek temsilcilerinden oluşan heyetin Türkiye’ye geleceğini okuduğumda kendi kendime kıkırdamaya başladım. Yeni bir Avrupa Komisyonu ve yeni bir Türkiye Cumhurbaşkanı olduğuna göre, belki AB ve Türkiye arasındaki katılım müzarekerelerine hız verilip yeni bir ilişki başlatılabilir, öyle mi?
AB gerçekten şaşırdı mı?
Yeni bir Cumhurbaşkanı mı? AB’nin ziyareti hakkında yazan bu gazetecinin kalemi sürçmüş olabilir mi? Yoksa bu yeni Cumhurbaşkanı’nın kendisinden önce iktidarda olan kişiden farklı olduğunu mu düşündünüz? Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildiği ilk gece uykusunda derin bir değişim geçirip anayasada yazdığı gibi bir cumhurbaşkanı, yani partiler üstü duran bir adam olma hususunda kemale mi erdi? Buna inanmıyorsunuz değil mi?
Erdoğan ve sadık kabine üyeleri geçen hafta size tam da beklediğiniz şeyi verdi. Pürüzsüz konuşmalar yapıldı hatta okuduğuma göre, bazı bakanlar görüşmelerde, Türkiye’nin AB’ye katılmak istemesinin en büyük nedenlerinin ekonomi çıkarlar değil de, demokratik değerlere ve hukuka verdiği önem olduğunu söyledi size.
Görünüşe göre de siz buna inandınız. En azından, dış politika yüksek temsilciniz Federica Mogherini inandı. Zira kendisi, haftasonunda gazetecilerin gözaltına alınmasını eleştirmenizden sonra Erdoğan’ın sizi azarlamasına ‘şaşırdığını‘ söyledi. Dış politika temsilciniz gerçekten şaşırdı mı, Avrupa? O, komisyonda yeni tabii… Ama yine de gerçekten mi? O kadar şaşkınım ki, cümleyi nasıl bitireceğimi bile bilemiyorum.
Beni korkutuyorsun Avrupa!
Benim seninle sorunum nedir biliyor musun Avrupa? Türkiye muhabiri olduğum günden beri senin ya da seni temsil eden kişilerin davranışlarını anlamaya çalışıyorum ama bunu henüz başaramadım. Türkiye’yle müzakerelere katılan Avrupalı politikacıların yanlış bilgilendirilmiş olduğuna da birkaç defa şahit oldum. Ama bu nasıl gerçekleşti emin değilim doğrusu.
Mesela bir örnek vereyim. Yaklaşık iki sene önce bir Avrupa Parlamentosu üyesine Türkiye’nin demokratik bir ülke olup olmadığını sordum. ‘Evet, Türkiye demokratik bir ülke’ dedi ve ekledi: ‘Avrupa’daki demokratik ülkeler gibi onun da kusurları var tabii.’ Bu cümleyi üzerinden iki sene geçmesine rağmen unutamıyorum. Gerçekten böyle mi düşünüyor? Peki neden, Allah aşkına? Türkiye uzmanlık alanlarından biri olmasına rağmen, onu nasıl Avrupa’daki kusurlu demokrasilerle aynı kefeye koyabildi? Belki bu söylediğine kendi de inanmıyordu. O zaman AB ve Türkiye ilişkileri yumuşasın diye mi böyle konuşuyordu? Ya da beni rahatlatmaya mı çalışıyordu? Ya da korkutmaya!
Erdoğan ‘kolaylaştı’
Sonuçta Federica Mogherini gerçekten şaşırmış mı, yoksa öyle mi davranmak zorunda? Ne olursa olsun ‘aptal’ yerine konmak çok sinir bozucu. Belki hangi Erdoğan, gerçek Erdoğan onu da bilmiyoruz. Yanında basın organları yokken sizinle konuşan Erdoğan mı? Yoksa tüm Türkiye duysun diye herkesin içinde size azarlayan Erdoğan mı?
Sevgili Avrupa, bu kolay bir soru. Türkiye’yi her zaman karmaşık bulmuşumdur ama Erdoğan her geçen gün daha kolay hale geliyor. O bir diktatör. Dürüstlüğümden ötürü beni bağışla. Ama o geçen yüzyıldaki gibi düşmanlarını uçaktan aşağıya atan, insanların çocuklarını kaçırtan, muhalif gazeteleri kapatan, oyların yüzde 90’ını alamayacağını anladığı zaman oylamayı daha yapılmadan iptal eden diktatörlerden değil. O yeni tip bir diktatör. Gerçek yüzünü demokratik söylemlerin ardına gizleyen bir diktatör. Geçenlerde sizinle yaptığı görüşmedeki tarzı da bu kamuflajın bir parçası.
TRT6, sadece Kürtçe propaganda
Kendini kamufle etmesine yarayan diğer faktörleri de, Türkiye’nin AB’ye üye adayı olduğu 2005’ten beri hazırladığınız sözüm ona ‘ilerleme raporları’ndan kolayca takip edebilirsiniz. Bunlar sizin Türkiye’yi alkışladığınız konular, yani Türkiye’nin AB’ye girebilmek için olumlu adım attığı alanlar.
Mesela yargı reformları. İlk bakışta olumlu gözükseler de, doğru gerekçeleri olsa da, özünde bu reformlar Türkiye’deki güçler ayrılığına zarar verdi. Türkiye daha az demokratik bir ülke haline geldi.
Kürtlerle ‘barış süreci’ de iyi bir örnek. Aslında bu konu böylesine üzücü olmasa, sıkı bir kahkaha patlatsan yeridir Avrupa. Barış süreci Erdoğan’ın kendi demokrasi anlayışı hususunda dünyayı kandırabilmek için yarattığı bir kavram. Hepsi birbirinden sığ birkaç adım atıldığı doğrudur. Hatırlıyor musun Avrupa, devlet televizyonu TRT, 2009’un ilk gününde TRT6 adlı Kürtçe yayın yapan televizyon kanalını açtı. Sanırım sen bu gelişmeyi alkışlamıştın ve olumlu bir hareket olarak değerlendirmiştin. Ama aslına bakarsan, TRT6 devletin kontrolü altında Kürtçe hükümet propagandası yapan bir tv kanalından başka bir şey değil, biliyor musun?
Böyle örneklerden ibaret koca bir liste verebilirim sana. Hazır olduğunda istemen yeterli.
Bu komisyondan demokratik anayasa çıkmaz
Duyduğuma göre Avrupa Parlamentosu üyelerinden biri, Türkiye’nin Kürt sorununu çözebilmek için mevcut hukuk sistemi ve anayasa üzerinde gerekli her şeyi yapmakta olduğunu söylemiş. Bu laf karşısında gözlerimi devirmek istiyorum. Erdoğan sorunun özünü çözebilmek için yeni bir anayasa üzerinde çalışsaydı buna inanabilirdim. Ama öyle yapmadı. Lütfen AKP, CHP, MHP ve şimdi HDP olan BDP’nin oluşturduğu anayasa komisyonunu ciddiye alma. Bu dört partiden üçünün kökleri, laik ya da dindar bir milliyetçiliğe dayalı. Böyle bir bakış açısı nasıl bir ülkenin tüm vatandaşlarını mutlu edebilecek bir anayasa yaratabilir ki? Bu, Güney Afrika’daki ‘apartheid’ yönetimini kaldırmaya çalışırken ülkede yaşayan beyaz Avrupalılara bu konuda veto hakkı vermek gibi.
Şimdi bana ‘Ama…’ dediğini duyuyorum, Avrupa. Kürtlerin kendileri Erdoğan ile konuşuyorlar, en önemli liderleri Erdoğan’a güveniyor gibi gözüküyor; peki biz neden bu konuşmaları onaylamıyoruz? Çünkü aslında bu gerçek bir güven değil. Şu anda Erdoğan Kürtlerin elindeki tek şans. Barış ve huzur için her şeyi yapmaya hazır olan bu insanların, ülkelerinin lideri ile aynı masaya oturmaktan başka bir çareleri yok.
Onlarca insan öldürüldü, katiller korundu
Barış sürecini desteklemelisin Avrupa ama lütfen tek taraflı düşünme. Neden Erdoğan’ı destekleyip Avrupa topraklarında yaşayan ve Kürt siyasi hareketiyle bağlantısı bulunan Kürtlere terörist muamelesi yapıyorsun? Neden onların televizyon kanallarını taciz ediyorsun? Protesto hakkı anayasanda belirtilmiş olsa bile, neden onların hafta sonları yaptıkları barış odaklı eylemlere polis ekiplerini yolluyorsun? Neden Türkiye’yi mutlu edebilmek için kendi anayasını göz ardı ediyorsun? ‘Çünkü PKK bizim için terörist örgütüdür’ cevabı beni ikna etmeye yetmiyor.
Nihayetinde, Erdoğan’ın niyeti demokratik değil. Bunu daha önceden anlayabilirdin, Avrupa. Hangi ülke ‘barış süreci başlatıyorum’ deyip (özellikle son iki senede) onlarca insanını öldürür? Üstelik katilleri cezalandırmaz? Belki de bütün olup bitenin farkındaydın ama Erdoğan’ın demokratik bir lider olduğu yanılsamasıyla büyülenmiş durumdasın. Ya da gerçekçi olmak gerekirse, ekonomik krizden öyle etkilenmiştin ki, Türkiye’yi bütün üyelerinden ziyaret eden ekonomik temsilcilerini tehlikeye atamazdın.
Erdoğan ve Gülen Cemaati bunu birlikte yaptı
Ama şimdi gözaltına alınan gazeteciler için tavır koyuyorsun. Yeni mi uyandın yoksa? Eğer öyleyse demek ki artık Türkiye’ye yönelik politik tutumunda ciddi bir değişiklik yapacaksın. Ne de olsa AB üyeliği hususunda gerçek bir diktatörle müzakere etmenin önemli sonuçları olacaktır. Eminim hepimiz bu konuda hemfikiriz.
Geriye tek bir soru kalıyor. Biraz saçma bir soru çünkü Türkiye’yi takip eden herkes aslında bu sorunun cevabını biliyor. Ama ben yine de emin olmak istiyorum. Lütfen bunu bir hakaret olarak görme. Gözaltına alınan gazetecilerin mensup olduğu Gülen hareketinin, Türkiye’de mevcut durumun sorumlularından biri olduğunu biliyorsun Avrupa, değil mi? Ergenekon davaları, Balyoz davası, KCK duruşmaları…. Erdoğan ve Gülen Cemaati bunu birlikte yaptılar. Bu gazeteciler aslında kesinlikle ‘insan hakları’, ‘basın özgürlüğü’ gibi kavramların elçisi değil. Tabii ki hemen serbest bırakılmalılar çünkü kimse kalemi için cezalandırılmamalı. Ama lütfen onlara basın özgürlüğü ödülü falan vermeye kalkışmayın.
Bir şey daha, Avrupa. Eğer hala ikna olmadıysan… Gezi protestocularına karşı kullanılan bibergazı miktarını hatırlıyor musun? Gösterilerin ilk 20 gününde polis güçleri 130 bin adet fişek ateşledi. Uluslararası Af Örgütü, Türkiye’nin Güney Kore’den 1.9 milyon adet bibergazı fişeği satın aldığını söylüyor. Korkutucu değil mi? Görünüşe göre yeni tip diktatörümüz, eski tip bir diktatöre dönüşüyor. Artık demokrasi hakkındaki gerçek düşüncelerini saklamak zorunda hissetmeden kendini… İşte bu beni çok ürkütüyor.
İyi uykular Avrupa,
Fréderike.