Son 78 yılda atamalarda iktidar açısından en önemli kriter, “Alnı secdeye değen” insanlarla çalışmaktı. (Bu ifade, bana değil bizzat Türkiye’yi yöneten insanlara ait.)
İster Merkez Bankası başkanı olsun, ister hesap uzmanı ya da ulaştırma bakanlığı müsteşarı; siz hiç bu hükümetin kendi muhafazakâr dünya görüşü dışında birini kritik bir devlet görevine getirdiğini gördünüz mü? Bir elin parmaklarını geçmez. Peki, ‘Cuma’ya gitmeyen birinin Türkiye’de kritik bir atamayla devlette üst düzey bir göreve getirildiğini?
Sahi, mevcut milliyetçi-muhafazakâr devlet yapısı içinde son dönemde kaç tane laik Boğaziçi mezunu, ODTÜ mezunu veya Alevi vatandaş karar verici pozisyonlara atanmıştır?
Diyeceğim o ki, iktidar partisinin “hayat tarzı” takıntısının Türkiye’ye maliyeti çok büyük oldu. Şimdi de aynı hata devam ediyor.
İktidar sağına soluna eski derin devlet kalıntılarını ve eski “İşkenceci Türkiye” kalıntılarını toplamış. Darbeden bu yana atılan adımlara bakıyorum, zücaciye dükkânındaki fil gibi.
Darbe sonrası dönem, bambaşka bir kâbusa dönüşmek üzere. “Sadık” olma özelliğinin dışında çok kısıtlı bir kriz yönetim kabiliyeti taşıyan bir sürü muhafazakâr bürokrat, Türkiye’yi bir karanlıktan bambaşka bir saçmalığa sürükleyecek gibi.