Bu ülkede memurların, özellikle güvenlik memurlarının yasaları, yasamayı, hatta yürütmeyi aşan hükümranlığı Türk siyasal sisteminin adeta genetik özelliklerinden birisidir.
Cemaatin devlet içinde alan genişletmesi, politika havuzu kurması, darbe hamleleri bu genetik yatak üzerinde meydana gelmiştir. Dün İstihbarat Dairesi eski Müdürü Altıparmak’ın ‘dolaylı ifşaatları’ndan hareketle bu tabloyu resmetmeye çalıştım.
Hangi fikrin, hangi eylemin, hangi toplantının, hangi davranışın meşru olup olmadığına karar veren, bu konularda özellikle istihbarat düzeyinde politika geliştirircesine önlem alan, yargıyı (zaman zaman yönetircesine) yönlendiren bir memur dokusu ve zihniyeti…
Cemaat veya bir diğeri ancak böyle bir yatak, böyle bir sistem varsa güç kullanma, yapılanma ve büyüme imkanı buluyor.
Beklenir ki, siyasi iktidar-cemaat çatışması, cemaat tehlikesi kadar, bu gediğin ürettiği tehlikenin de görülmesine vesile olsun. Bu tür ‘durumlar’a imkan veren ana yatağın kurutulması gereği farkedilsin. Enerjisini ‘sadakat-yetki kullanımı-zihniyet (ya da aidiyet) ilişkisi’nden alan bir geleneğe hukuk eliyle set çekmenin temel demokrasi meselesi olduğu her yönüyle anlaşılsın.
Ne var ki, işler bu istikamette ilerlemiyor.
Siyasi iktidarın cemaatle mücadelesi de, olması gerekenin tam tersine, o genetik özelliğin unsurlarını taşıyor ve o yatağı besliyor.
Nitekim cemaatle mücadele, yargıdan bürokrasiye devlet alanını liyakat esasına göre yeniden yapılandırma politikasından çok, sadakat esasına göre tasfiye politikasına dayanıyor ve o mevcut sistemi yeniden üretiyor.