İktidarın bugünkü icraatları, yönetimde keyfiliğin olağanlaşmasının ve karşı-darbe rejiminin kalıcılaşmasının zeminini hazırlıyor. Olağanüstü hal, başarısız darbe girişimine katılan, bunu düzenleyen ve destekleyenlere karşı etkili ve hızlı önlem almak için ilan edilmişti.
Hükümet, el çabukluğuyla, sınırları bütünüyle belirsiz bir “terörle mücadele” amacı ilave ederek, olağanüstü hal rejiminden çıkış kapısını kendince kapattı. Tayyip Erdoğan’ın, 15 Temmuz darbe girişiminden bir ay önce, “terörle mücadele(nin) kıyamete kadar” süreceğini ilan ettiğini hatırlarsak, olağanüstü hal rejiminin de bir o kadar sürmesi gerektiğine inandığını düşünebiliriz.
Kürt sorununda yangına körükle gitmeyi başka türlü izah etmek zor. Ve de “çözüm mözüm yok” diyerek rest çekmeyi, geçmişteki tek parti dönemi veya sıkıyönetim uygulamalarını canlandırıp, belediye başkanları yerine mülki idare amirlerini atamayı.
On bine yakın öğretmeni, Kürt ve sendikalı olduğu için açığa almak, muhtemelen yakında onları memuriyetten de atmaya hazırlanmak, olağanüstü hali sürekli kılacak zemini hazırlamak değil midir?
Yönetimin çok yaygın biçimde kolektif suç isnadına dayanarak toplu cezalandırma, “subliminal suç” icat etme, şüphelilerin yakınlarını rehin alma veya cezalandırma, mülke el koyma gibi, örnekleri totaliter rejimlerde bulunan önlemlere başvurması da aynı amaca dayanıyor.
Giderek içinde boğulduğumuz çatışma, ölüm, gözaltına alma, tutuklama, işkence, kötü muamele, keyfi karar ortamında durumu mizahla tarif etmek hoş karşılanmayabilir ama bugünlerde Aziz Nesin’in yerli ve milli kahramanı Zübük’ün maceralarını yeniden okumak, bazı şeyleri anlamak için yararlı oluyor.