Çocukları ölümün erişemeyeceği bir yerlerde saklamalı. Bazen saklanamıyor işte…
Muharrem Taş. Üç yaşındaydı. 1 Şubat’tı. Van Gürpınar’da yüksek ateş ve öksürükle başlayan hastalığının gece ağırlaşması, yolların kardan kapalı olması, ailesinin hastaneye götürememesi ve çağırdıkları sağlık ekiplerinin gelmemesi nedeniyle yaşamını yitirdi.
Ece Su Yılmaz. Üç yaşındaydı. 16 Mart’tı. İstanbul Sirkeci’de arabalı vapura girerken vapurun hareket etmesiyle aracın denize düşmesi sonucu yaşamını yitirdi.
Ahmet Nedim. 1,5 yaşında. 4 Nisan’dı. İstanbul Eminönü’nde annesiyle vapura binerken pusetinden kayarak denize düştü, denizden 20 saat süren çalışmanın ardından çıkarılabildi, yoğun bakımda ve hayatı tehlikesi devam ediyor.
Pamir Dikdik. 3,5 yaşındaydı. 5 Nisan’dı. İstanbul Zekeriyaköy’de kayboldu, 30 saat süren arama çalışmalarının ardından yan evin havuzunda ölü bulundu.
Keşke sonuncu olsalardı
Onlar kara meleğin ele geçirdiklerinin sonuncusu olsalardı; keşke…
İnternette gezinin. Ne yazık ki Edirne’den Kars’a, çöplükte tecavüz edilmiş olarak ölü bulunan Mert ya da kendisinden haber alınamayan kayıp birçok çocuk haberine rastlayacaksınız.
Haberciler bilir, içinde çocuk unsurunun olduğu haberi yazmak en zorudur. Hele de çocuk kaybolmuş, tacize, tecavüze uğramış, bir cinayete ya da bir olaya tanık olmuş, yaralanmış ve en fecisi ölmüş ise.
Kocaman bir delik
Haberi yazanın da okuyanın da içini dağlar bu tür haberler… Nefes alıp verirken sanki içiniz bayılıyormuş gibi olur; ailelerinin ocakları söner; toplumun karnının ortasına ise kocaman bir delik açar.
Acı taze iken yapılan her teselli acıyı bir kat daha artırırmış. Dijital dünyada çıkan haberlerin üzerinden yazılan haberler ve yorumlar da teselliye giriyor. Çocuğun yakınlarını ya da kendimizi teselli etmek için sosyal medyada, bloglarda, web sitelerinde yazılmış haber üzerine yeniden haber yapıyor ya da yorumlar yazıyoruz.
Neler söylenmedi ki…
Ne var ki, bu küçük söz ve yazı lokmacıklarının hissettikleri öyle büyük ki insanın boğazına dizilir cinsten:
“Pamir’in ailesi Alevi.”
“Pamir’in babası Gezi olaylarına katılmış.”
“Pamir üçüncü köprü inşaatına yakınında kayboldu, yeni bir Taksim Gezi ayaklanması bahanesi.”
“Arama ekibiyle konuşurken Pamir’in babası kameramanlara ‘Çekiyor musunuz?’ diye sordu.”
“Hangi kaybolan çocuk için canlı yayına geçilmiş bu ülkede ki, işin içinde bir iş var.”
“Öbür kaybolan ve ölen çocukların canı can değil mi?”
“Bu çocuk sonradan atılmış buraya.”
“Pamir’in babasının çocuğuyla ilgili söyledikleri akla şüpheleri getiriyor.”
“Çocuk o yüksek çiti aşıp nasıl bahçeye geçti?”
“Pamir’in bahçede son kez görüldüğü 9:43’ten babasının aramaya çıktığı 10:06’ya kadar ne oldu?”
Ön yargı, yafta, ötekileştirme ve cevaplanmayı bekleyen sorular.
Çünkü…
Peki neden?
İnsanın kendi doğrudan deneyimlerinin ötesinde gerçekleşenleri bilmeye ihtiyacı var, çünkü.
İnsan, kendini emniyete alması, olayların kontrolünde olduğunu bilmesi ve hayatın her şeye rağmen yaşamaya değer olduğu dürtüsüne güvenmesi için tanık olamadığı olgu/olaylar hakkında haberdar olmak ister, çünkü.
Haber kesilirse…
İnsan, haberi okur; okuduğuyla ilgili bir kanıya varıp bu kanıyı da bir an evvel kendi hafıza raflarından uygun birine yerleştirmek ister.
Haber akışı kesintiye uğradığında ise insanın içine karanlık çöker, endişe başlar.
İnsan farkındalık açlığı denen aşerme fazına geçer ve yanılsamalar başlar.
Toplumlara haberi tedarik eden bir sistemdir kitle iletişim araçları, gazetecilik mesleği ise haberin can suyudur.
Muharrem, Ece Su ve Pamir’in ölüm haberlerini ilk gazeteciler yazdı. Gazeteciler olay yerine gitti, haberi yerinde, kaynağından almaya çalıştı.
Sorular hal var
Gazetecilerin görevidir, okurun haberle ilgili kafasındaki soru işaretlerini cevaplarını bularak yazı, ses ve görüntüyle temizlemek. Pamir örneğinde okuduğunuz üzere cevaplanmayı bekleyen sorular halâ var (Dilerim cevaplanır, şimdilerde gazeteciler de okur da, hemen her haberi elmayı yarım yiyip mönüde şimdi hangi meyve var edasıyla obur, doyumsuz bir şekilde tüketiyor).
Gazetecilerin yazdığı bu haberler editöryal bir süreçten de geçti. Yani haberlere dengeli, düzeyli, her sese yer veren, sıfatlardan arındırılmış gibi sağduyu ile tamlık, doğruluk gibi doğruluk ayarı yapıldı. Yapıldığı halde, gerçeğin fragmanlarında cevaplanmamış sorular asılı olarak bekliyor. Bu da okurun yanılsama halinde kalmasına neden oluyor.
Bireysel haberciler
Bir de düşünün dijital dünyada haberci olmayan biz bireysel habercilerin; Pamir’in gerçekliğinin olduğu mekan ve zamana gitmeden sırf sanal ortamda edindiğimiz haberler üzerinden yeniden haber üreterek, yorum yaparak -ki bunların çoğu editöryal süreçten de geçmiyor- kafadaki sorular cevaplanacak yere çoğalıyor, gerçek çarpıtılıyor.
Teselli etmeye ve teselli olmaya çalışırken okurun o haberle ilgili zihni bulamaç haline geliyor. Merhum çocukların aileleriyle empati kurmak, kendini yakın görmeye çalışmak yerine kendisini o ailelerden ayırmasına, gerçeği yadsımasına neden oluyor.
Okurun gönülsüz haberi kaldırdığı hafıza rafında sallanan rafta şimdi şunlar yazıyor. “İhmalkar özellikleriyle bu aileler benden farklı, öyleyse onlar öncelikle ocağına ateş düşmüş aile değil, benim karşı tarafına geçmiş, ötekilerdir.”
Gözünüzün önüne gelsin…
Dijital dünyada klavyelerimizin ya da telefonlarımızın tuşlarını özellikle çocuk haberi ya da yorum yazmak için tıkırdatırken gözünüzün önüne bu levha gelsin: “Oysa ağızları süt kokuyordu Muharrem, Ece Su, Pamir’in. Soğuk sulara teslim oldular… Zamansız… Ve haberi duyan herkesin yüreğinden üç minik kuş göçüp gitti…”