Vatanseverliğin bir memlekette sıkça tüketilmeye başlaması o ülkede işlerin sarpa sardığını gösteren bir işarettir çünkü vatanseverler, birilerini hain ilan etmedikçe varlık sebeplerini idrakte büyük zorluk yaşarlar.
Onlar sıradan, sâkin günlerde sararıp solan bir süs bitkisi gibidir; çatışma, kutuplaşma, nefretleşme ortamında ve özellikle şehit haberlerinin yoğunlaşmaya başladığı dönemlerde dirilir, şâha kalkarlar.
Birilerinin evlât acısı, onlar için can suyudur, âb-ı hayattır.
Vatansever için geriye kalan her şey teferruat olduğu için şahsiyet infazında bulunmak, birilerine hakaret etmek, hak yemek, vebâle girmek, icabında gerçeği tersyüz etmek ayıp değil, bilakis meziyettir.
Onlar akıl kullanmak için değil, heyecan ve nefretlerinin izinde bir su gibi akıp gitmek için yaratılmış gibidirler.
Vatanı sevmek yetmez ancak birilerinin canını acıttıkça, onları mahvedip zelil bıraktıkça ruhî tatmine erişirler.
Sevmek tek başına anlamsızdır çünkü sevgi, yapıcı olmayı, taşı taşın üstüne koymayı, sabretmeyi, öğrenmeyi, hâsılı emek vermeyi gerektirir; halbuki kin duymak zahmetsizdir; nefret, insan ruhunun derinlerindeki vahşetin çağrısından beslenir ve kolayca açığa çıkar.
Bizim demokratik kültürümüz ise ayranın üstündeki köpük gibi dayanıksız, sığ bir katmandan ibaret. Vahşetin çağrısına bu kadar kolayca kulak kabartabilmenin başka izahı yok.