
HÜRREM SÖNMEZ
5 Nisan Avukatlar Günü’ydü ve bu geçirdiğimiz en garip 5 Nisan’dı belki de, dileyelim daha zoru olmasın elbette. Ama karantina ve salgının yarattığı ruh hali; bir taraftan da ne yaptığımızı sorgulamak, nereden gelip nereye gittiğimize kafa yormak imkanı veriyor. Hayatın karmaşasına, içinde dönüp durduğumuz kalabalıklarına ara verdiğimiz, dünya gailesinin, gerçekten hayatta kalma gailesine dönüştüğü sadeleşmiş bir vakitten geçiyoruz. Avukatlar da dahil herkes evde ekmek pişiriyor bugünlerde, bunun insan ruhu ile bir bağı olmalı.
Bu yıl avukatlar gününü adı af olmayan bir af ile karşıladık. Yeni infaz yasası düzenlemesi deniyor ama aslında pek de yeni olmayan bu düzenleme ile adaletin yerini bulmasını kendisine dert edinen pek çok avukatın binbir emekle ceza alması için uğraştığı hükümlüler, şimdi devlet eliyle serbest bırakılacak. İş cinayetlerinin, tren kazalarının, maden facialarının sorumluları örneğin. Rüşvetçiler, dolandırıcılar, yoksulun üç kuruşuna, emekçinin ekmeğine göz koyanlar, silahlı külahlı mafyalar ya da belki.. (Bu düzenleme ile ilgili olarak şu güzel ve bilgilendirici yazıya bakmanızı da tavsiye ederim http://www.sosyalhukuk.org/2020/04/av-hasan-fehmi-demir-yazdi-zamanin-algisi/)
“Düşünmek, muhalefet etmek suç değildir, eline silah almayandan terör suçlusu yaratamazsınız” diye diye ömür tüketen avukatların müvekkilleri ise cezaevlerinde kalmaya devam edecek. Adil bir dünyayı savundukları için, bu yol yol değil dedikleri için tutuklananlar, mahkum edilenler. Oysa ki bugünlerde tam da bunu pek sert tecrübe ediyoruz, dünyanın tutturduğu bu yol, yol değilmiş.
Aralarında avukatlar, gazeteciler, siyasetçiler olan yüzbinlerce insan bulaşıcı hastalık tehdidi altında içerde, biz dışarda… Koşullarımız epey farklı olsa da hepimiz için dev bir tecrite dönüşmüş durumda bugünlerde hayat..
Bir yandan da ücretliler sokakta çalışmaya devam ediyor, fabrikalar, inşaatlar devam; çarkın dönmesi gerekiyor çünkü, dönmesi ve gerektiğinde en zayıfları daha da hızlı öğütmesi belki (bu konuda da Gazete Duvar’da Pınar Öğünç’ün şahane röportaj serisini okumayan kalmamıştır umarım.)
…Ve bir 5 Nisan’ı daha idrak ederken, sokaklarda, evlerde, cezaevlerinde adil, insanca bir düzen kuramamış durumdaysak, neye yarıyor hukuk bilmek diye düşünüyor insan…Nerede halkın ekmeği olan adalet?
Kendisi de aslında aristokrat sınıfa mensup olan ama mensup olduğu sınıfı reddeden pozitivist 19. yüzyıl düşünürü St. Simon ünlü Parabol’ünde sorar; “Fransa’nın kralı, bütün yönetici sınıfı, aristokratları, hakimleri, memurları ölüverse bir gecede ne olur? Fransız halkı duygusaldır, üzülür, biraz yas tutar ama sonra hayat devam eder. Hakkında ceza davası açılmasına neden olur elbette bu sorusu. Oysa şunu söylüyordur St. Simon Fransa’nın sanatkarları, bilim insanları, zanaatkârları gittiğinde, yerlerine yenileri yetişene kadar ruhsuz bir vücut olur Fransa.”
Şimdi gelin avukatları da dahil edelim St. Simon’un listesine, sadece avukatları yok eden bir virüs olsaydı örneğin, ne olurdu acaba… Tamam pek çoğumuz kötü insanlar değilizdir, sohbetimiz de fena değildir, arkamızdan biraz üzülürsünüz muhakkak, biraz da sıkıntı, karışıklık olur belki ama hayat devam eder nihayetinde…
Her gün sadece ölü sayısı konuşulan, gelecek günlerin belirsizlik arz ettiği zamanlarda, salgın hastalıkta, savaşta, doğal afette, bizim hukuk bilgimizin neye yarayabileceğini düşünmek için, iyi bir fırsat verdi evren bize şu an. Avukatlık her koşulda hayatı savunmaktır, insanca, onurlu bir hayatı. Lakin ölümün münferit elim bir hadise olmaktan çıktığı, toplu ölümlere dönüştüğü, istatistiki çalışmalar ile artış eğrisinin ne zaman düşüş eğrisine geçeceğine dair matematik hesabının yapıldığı bir ortamda hukuk neyi savunur? Ya da seçimler keskinleştiğinde, mesele solunum cihazının daha genç olan hastaya takılması mecburiyetine dayandığında hangi hukuk kuralı tartışılır?
Şu günlerde sağlıkçılar hayat kurtarmak için kendi canlarını tehlikeye atıyor, müzisyen konser veriyor, resim öğreten, yoga yaptıran, ders anlatan…Fırıncılar ekmek yapıyor şu an bizim için, ekip biçenler sayesinde aç kalmıyoruz, gencecik çocuklar çalışıyor fabrikalarda, marketlerde…Hayatla bağımız kopmasın diye, hayatta kalalım diye, bu hayatı neden sevdiğimizi unutmayalım diye…Ve lakin şu an hukuk bilmek, evde ekmek mayalamaya bile kâfi gelmiyor…
Çok sevgili bir meslektaşım, Nietzsche’nin sözünü gönderdi bu sabah; “İki temel sorunu vardı insanlığın” diyor. “Adaletsizlik ve anlamsızlık, birine karşı hukuku bulduk, diğerine karşı sanatı. Ama insanlar hukuka ulaşamadı ve sanat da insanlara.” Hayatın anlamını çok daha fazla sorguladığımız şu zamanda, sanat bizi hayatta tutmak için akıllı telefonlarla evlerimize girebiliyor ama hukuk ‘yeni infaz yasası‘ oluyor, insanların en azından hayat hakkının korunmasında eşitlenmelerinin gerektiği bir ortamda dahi egemenin bekâsı için direniyor.
İnsanlık tarihi önemli bir dönemece girdiğinde, hayattaki tüm diğer endişeler, teferruatlar topluca elenip de mevzu en asli faaliyetimiz olan ‘hayatta kalma’ noktasına geldiğinde, hukukun ne dediğini bilmek derde derman olmuyor. Ülkeler birbirinin tıbbi malzemesini gasp ediyor vardığımız yerde.
Bu yüzden mühim, hayat ‘olağan‘ tabir ettiğimiz, oysa aslında hiç de olağan olmayan koşullarda giderken verilen haklar mücadelesi, özgürlük ve eşitlik kavgası. Aynı yolu sırtınızda aynı kaya ile tekrar tekrar tırmanmaya benzeyen adalet arayışı. Koşullar ‘olağandışı‘ olduğunda her şey çığırından çıkmasın diye.
Aksi halde; bir savaş patlak verdiğinde, bir depremle sarsıldığımızda, bir salgın çıktığında ‘neden yoksullar daha çok ölüyor, biz evlerimize kapanırken mülteciler, evsizler nereye gidecek, sağlığa erişim hakkı herkesin hakkı değil mi, sosyal devlet hayatta neye karşılık gelirdi’ gibi daha pek çok soru ile kalıveriyoruz böyle baş başa.
Madem avukatlar günüydü, tekrar tekrar düşüneceğiz dünyanın düzeni üstüne, kendimize örnek aldığımız bu dünyadan göçmüş üstadlarımızı anacağız, daha refah içinde bir hayat, mal, mülk, şöhret için değil, daha adil bir dünya tasavvuru ile yaşamış hukukçuları hatırlayacağız. Buhran zamanlarında insan onurunu ve dayanışmayı nasıl diri tutacağımızı, bu buhrandan sonra ne yapacağımızı düşüneceğiz.
Bir de belki ekmek yaparız evde, adalet yerine.
Bilin: Halkın ekmeğidir adalet.
Bakarsınız bol olur bu ekmek,
bakarsınız kıt,
bakarsınız doyum olmaz tadına,
bakarsınız berbat.
Azaldı mı ekmek, başlar açlık,
Bozuldu mu tadı, başlar hoşnutsuzluk boy atmaya
B.Brecht
NOT : 5 Nisan Avukatlar Günü’ydü ama ben sağlık çalışanlarını kutlamak, onlara minnetimi ifade etmek istiyorum. Birkaç gün önce bu dünyaya veda eden Cemil Taşçıoğlu hoca şahsında, hukukçuların düzeltmeyi beceremediği şu dünya düzeni alt üst olduğunda dahi hayat kurtarmaya devam edebildikleri, bir ömür boyu insanlık için iyi ve hayırlı bir şeyler yapabildikleri için.