MURAT SEVİNÇ
Başbakan henüz aday olmadan önce tartışılması gereken bir konu, adaylık hutbesinden sonra tartışılmaya başlanır ‘gibi’ oldu. Ne yazık ki halen ‘gibi’ diyebiliyorum. Oysa adaylığa dair büyük bir sorun ısrarla görmezden geliniyor.
Aşağıdaki satırlar, bir siyasetçinin sevilip sevilmemesiyle, uzunluğu ya da kısalığıyla, esmer ya da sarışınlığıyla ilgili değil. Allah sahibine bağışlasın.
Türk tipi demokrasiyle bire bir uyumlu
Demokratik bir devlet başkanı adayı olup olmadığıyla da ilgili değil. Çünkü kendisi, evrensel demokrasinin gereklerine uymuyor; buna mukabil Türk tipi demokrasiyle bire bir uyumlu.
Ancak bu konuda ne söylense boş artık. AKP’ye eklemlenmiş çıkarcı gruplara bir şey anlatmak, artık ne mümkün ve doğrusu ne de gerekli. Belli ki bizlerin hiç tanımadığı ancak onların yakından bildiği bir tür demokratik sistem var; dünyanın bir yerinde.
60 yaşında bir muhteris
Her neyse, bu bir siyasi mücadele ve AKP kanadının hedefi, Erdoğan’ın hutbesinde açıklıkla dile geldi. Bunu geleceğe yönelik ve adım adım gerçekleştirilecek bir program olarak okumak mümkün ve gerekli.
Bakalım, toprağımızın 200 küsur yıllık Batılılaşma serüveni ve son derere zengin hukuk/yönetim birikimi, koskoca memleketin, 60 yaşındaki bir muhterisin oyuncağı haline gelmesine izin verecek mi? Göreceğiz.
Evet, görevinden ayrılmalı!
Bu yazının tasası başka. Anayasal bir soruya dair: Başbakan, cumhurbaşkanlığına aday olduğunda, görevinden ayrılmalı mı?
Hükümet kanadının yanıtı çok açık: Hayır. Benim yanıtım da çok açık: Evet.
Hükümet adına açıklamayı Hüseyin Çelik yaptı. Bazı insanlarda, yaratılıştan gelmiş gibi görünen bir özgüven var. Böylesi özgüven, karşısındakinde kızgınlık ve gülümsemeyi aynı anda yaratıyor. 23 Nisan’da beş dakikalığına koltuğa oturmuş da sağa sola emir veriyor gibi bir hali var. Kameraların karşısında, istifa bekleyenlere yönelik: “İstifa etmeyecek, boşuna kendinizi yormayın” deyiverdi Çelik.
Tabii burada, Çelik’in konuşmasının tümünü aktarmak mümkün değil ancak bizi ilgilendiren kısmını vermek zorunlu: “Her genel seçim, bir başbakanlık seçimidir? Başbakan, başbakanlık seçimine, genel seçime gittiği zaman istifa ediyor mu? Hayır. Dünyada bir örneği var mı? Hayır. ‘Ben seçime gidiyorum, İsmet paşayım; 1946’da Celal Bayar ile aynı şartlarda yarışayım diye ben başbakanlıktan istifa ediyorum’ diye bir şey var mı Türkiye’de, 50’de var mı? Hayır. Sayın Başbakan da istifa etmeyecek.”
Allah vergisi özgüven böyle bir şey
Birkaç kez okudum. Muhtemelen şu anda sizler de aynı durumdasınız. İşte Allah vergisi özgüven dediğim böyle bir şey. Bir şey anlatmaya çalıştığı muhakkak ancak ne yalan söyleyeyim bu satırları yazarken dahi tam anlamıyla kavramış değilim.
Fakat eğer doğru anlıyorsam, her ifadesinin külliyen yanlış olduğunu söyleyebilirim. İnönü cumhurbaşkanıydı; Erdoğan’ın konumunun Bayar’la ne ilgisi var; genel seçimde başbakan seçmiyoruz; Anayasa’da (1924) cumhurbaşkanının konumu hepten farklıydı vs… Peki, anladık, Türkiye’de bakan olabilmek için bu karat yeterli olabilir ancak hiç olmazsa ‘hükümet’ adına açıklama yaparken daha derli toplu olmak gerekmez mi?
Kişiye özel yasa
Olabildiğince basitleştirerek: Türkiye 10 Ağustos’ta cumhurbaşkanı seçmek için gidecek sandığa. Tarihinde ilk kez. Düzenleme, 2007 Anayasa değişikliğiyle kabul edildi. İlgili yasa, 2012’de, ‘bir kişi’ düşünülerek çıkarıldı. Kim olduğunu tahmin edersiniz. Bu nedenle yasanın 11.maddesi, aday olunduğunda görevden ayrılacakları sayarken başbakanı saymadı!
Şimdi AKP’liler, Erdoğan’ın istifasına gerek olmadığını savunuyor. Her zamanki çarpık hukuk mantığıyla: ‘Yasayya baktık, istifa etmesi gerektiği yazmıyor.’
Okuma yazma biliyor olmaları iyi bir şey tabii ancak hukuk dediğimiz bu denli sığ bir alan değil. Hukukta yorum hayatidir. Mevzuatın, temel ilkelerin, içtihadın, olguların vs. yorumu. Yorum ise herkesin gönlünce yapabileceği bir şey değildir. Genel kabul görmüş yolları, araçları bulunur.
İki temel sorun
Bu durumda, muhteremlerin yorumuna ilişkin iki temel sorun var. İlki, parlamenter sistemin temel prensipleri, diğeri yürürlükteki mevzuatın değerlendirilmesi.
İlk sorun: Malum, parlamenter sistemin yürütme organı iki başlıdır. Başlardan biri bakanlar kurulu/başbakan, diğeri devlet başkanı. Başbakan, ‘eşitler arasında birinci’ konumundadır. Buna mukabil anayasal/hukuksal ve siyasal konumu elbette diğer bakanlardan farklı ve çok daha etkilidir.
Sistemin mantığı bu!
Yürütmenin iki başından biri olan bakanlar kurulunun başı, yani başbakan, diğer makama aday olduğunda görevinden ayrılmalı. Bu prensip herhangi bir yasa ya da anayasa hükmünde yer almak zorunda değil. Sistemin mantığı bunu gerektirir. Ancak biliyoruz ki Türkiye’de yazılı olmayan ilkelerin değeri yok.
Bu nedenle ‘yazılı olana’ bakalım.
İkinci sorun: Cumhurbaşkanının seçimine dair 2012’de çıkarılan 6271 sayılı Yasa’nın 11. maddesinin 1. bendine göre, “…kamu kurumu ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri… siyasi partilerin il ve ilçe yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile belediye meclisi üyeleri… aday listesinin kesinleştiği tarih itibarıyla görevlerinden ayrılmış sayılır.”
Aynı maddenin 2. bendi ise, “…Cumhurbaşkanı adayı gösterilen Devlet memurları ve diğer kamu görevlileri…” ifadesine yer vermiştir.
Başbakan da kamu görevlisidir!
Görüldüğü gibi Yasa, ‘kamu görevlileri’ demekte ve devlet memurları yanında ‘diğer kamu görevlileri’ ifadesini kullanmakta.
Peki başbakan bir ‘kamu görevlisi’ midir? Öncelikle, ‘kamu görevlisi’ kavramının gerek anayasa gerekse muhtelif yasalarda, farklı nitelikleriyle tanımlandığı söylenmeli.
Bakanlar, kendi görev alanlarında ve o alandaki personel üzerindeki en yüksek (hiyerarşik) amirdir. Başbakan ise Anayasa’ya göre (md.112) bu kurulun başıdır ve aralarındaki işbirliğini sağlar. Başbakan, başbakanlık teşkilatının tepesindedir; bu konumdan kaynaklanan çok sayıda yetki ve görevle donatılmıştır. Eylemleri, birer idari faaliyettir.
Dolayısıyla, yaptığı iş, gerek dar gerekse geniş anlamda idari yetkinin kullanılması olan bir kamu görevlisinden söz ediyoruz.
Aksi düşünülemez
Hâl böyleyken YSK, yasadaki hükmün amacından hareket ederek ‘amaçsal yorum’ yapmalı. Şöyle ki: Diğer tüm kamu görevlilerinin, aday oldukları zaman görevlerinden ayrılmalarının gerekçesi, adaylık sürecinde ellerindeki yetkiyi kullanmalarını engellemektir. Hükmün amacı bu denli açıkken, bakanlar kurulunun başkanı olan bir idarecinin görevden ayrılmaması düşünülemez.
Makam arabası kullanmaması vs. fasa fiso konulardır. Adaylık sürecinde Başbakan’ın, çoğunun atanmasında imza koyduğu diğer tüm kamu görevlileriyle bağı nasıl olacaktır? Örneğin valiler ve emniyetle ilişkisi nasıl olacaktır? Başbakan bir şehre gittiğinde, yalnızca ‘aday’ mıdır yoksa ‘başbakan’ mı? İkisi birden! Böyle saçmalık olur mu?
Kim hesap soracak?
Peki örtülü ödenek harcaması yetkisi ne olacak? Başbakan olarak sahip olduğu yetkileri hukuka aykırı olarak kullanıp menfaat sağlarsa, kim hesap soracak?
AKP’nin, ‘tek adam’ı düşünerek yasa çıkaran akıl danelerine aldırmamak gerek.
YSK, Türkiye’yi bu saçmalıktan kurtarsın
Umalım ki YSK, Türkiye’yi bu saçmalıktan kurtarsın ve Başbakan, seçim propagandasını diğer adaylar gibi, kamu yönetimi üzerindeki idari yetkilerinden sıyrılarak sürdürsün.
Belki AKP’liler de bundan böyle ‘gönüllerince’ yasa çıkarma huylarından vazgeçer ve hukukun yalnızca kendi yorumlarından ve dünyalarından ibaret olmayabileceğini fark eder.
Çok iyimser bir dilek oldu biliyorum. Yazı başladığı gibi yine Hüseyin Çelik’le bitsin. Bakan, “Kendinizi yormayın, istifa etmeyecek” demişti ya… Yorulalım, bir şey olmaz.