Halbuki, her iki ismi propagandasını yapmakla suçlandıkları örgütün İmralı ve Kandil’deki liderleriyle devlet tanıştırmış, devlet görevlileri onları resmi araçlarla defalarca adaya ve dağa götürmüş, hapishanede birlikte fotoğraflarını çekmiş, oralardan aldıkları mektupları meydanlarda okumalarına izin vermiş hatta o mesajlardan birinin okunduğu Dolmabahçe Sarayı’ndaki basın toplantısını bizzat hükümet organize etmişti.
Aynı mantıkla başka bir savcının teröre destek, propaganda suçlarına sokabileceği bu işler, kırk yıllık bir meseleyi çözmek, ölümleri bitirmek için atılması gereken cesur ve akıllıca adımlardı.
Ama bu adımlar günün sonunda başarısızlıkla sonuçlanınca, bu sürecin yarattığı iklimde yapılan işlerin, rahatlıkla söylenen sözlerin suç haline getirilmesi o kadar cesur ve akıllıca değil.
Sadece iki siyasetçi değil, son dönemde pek çok memur, belediye çalışanı da dört-beş yıl önce televizyonların canlı yayınlandığı Newroz mitinglerine katıldıkları için, birdenbire ortaya çıkarılan polis tutanaklarından hareketle işlerinden oldular.
Beş yıl önce barış ve çözüm yanlısı konuşmalar olarak övülen, beş yıl boyunca bir suç unsuruna rastlanmayan konuşmalarda, işler bozulup, süreç akamete uğrayınca suç buluvermek hukukla bağdaşmaz.
Ama bu en çok da devletin güvenirliğiyle bağdaşmaz. Çünkü devlet tuzak kurmaz, intikam almaz, hukuku dönemsel ihtiyaca göre yorumlamaz, sözünü de tutar…