MURAT SEVİNÇ
CHP ile ilgili ikinci yazıyı, partinin halihazırdaki Türkiye koşullarında bir hukuk boşluğu alanına sıkıştığını ancak bu yolun taşlarının döşenmesinde önemli pay sahibi olduğunu iddia ederek ve Aydın Selcen’in, Macron’u ‘Yeni siyasetin bir filizi’ sıfatıyla tanımladığı yazısını önererek (Gazete Duvar’da) bitirmiştim.
Ancak ikinci yazı ile okuyacağınız arasına, Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı ‘Yürüyüş’ girdi. Kişisel görüşüm, bu eylemin son yıllarda CHP’nin yaptığı en tutarlı ve etkili eylem olduğu yönünde. Hâl böyleyken, Macron’un propaganda sürecinin Türkiye açısından değeri konusu, yine başka bir yazıya kaldı!
Aşağıda, ‘yürümek’ konusuna döneceğim. Ondan önce, ‘CHP’nin bugüne varışımızdaki payı ne oldu?’ sorusuna yönelik bir iki hatırlatma:
2011’den bugüne, oyunu çevirebilecek çok önemli bazı fırsatları kaçırdı CHP. Hatırlanacağı gibi 2011 seçimlerinde tutukluyken seçilmiş milletvekilleri salıverilmedi. Bu tümüyle bir ‘yargı’ tercihiydi, yani anayasal gereklilik değildi. Örneğin 2007’de aynı koşullarda olan Sabahat Tuncel tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmış ve TBMM’ye girerek göreve başlamıştı. Oysa 2011’de CHP, HDP ve MHP’nin tutuklu vekillerinin TBMM’de yemin ederek göreve başlamalarına izi verilmedi. Bunun üzerine CHP ve HDP TBMM’ye girmeyeceklerini açıkladı. Çok güzel. Ardından? Bir süre sonra CHP’liler, muhtemelen HDP ile yan yana görünme kaygısıyla, bir işe yaramayacağını bildikleri ‘görüşmeler’ yapıp yakalarına iliştirdikleri gülünç kağıtlarla TBMM’de yemin ederek göreve başladı. Siyasal parti/ana muhalefet kimliğiyle bu tarz bir boykot eylemine giriştiyseniz bitirmelisiniz, aksi takdirde mahcup olursunuz. Sonuç? Hiç bir vekil serbest bırakılmadı ve CHP, meşruiyet tartışması dahi yapamadı.
İkincisi, sözüm ona yeni anayasa için kurulan partiler arası uzlaşma komisyonuna, kendi içlerinde bile anlaşamayan vekilleri üye verdi. Komisyondan bir metin çıkmayacağı zaten belliydi belli olmasına da, o süreci hiç olmazsa topluma ‘ne istediğini’ anlatarak geçirebilirdi. Olmadı. Berbat bir tuzak olan ‘kırmızı çizgilerimiz’ tartışmasına harcadığı enerjiyi, yurttaşa ‘derdini ve önerisini’ anlatmak için kullanabilirdi.
Üçüncüsü, cumhurbaşkanı seçiminde ne kendi seçmenini ne de umut bağladıkları MHP seçmenini ikna eden bir adayı, aceleyle çıkarmak oldu. İhsanoğlu’nun parti içinde de konuşulup tartışılmadığı sır değil. MHP ile seçim ittifakıyla, tercihini soldan değil sağdan yana kullanmayı tercih etti.
Dördüncüsü, 7 Haziran seçimleri ardından, zamanın başbakanının terminolojisiyle ‘istikşafi görüşme’ zırvası esnasında yapılanlar. Sokaktaki çocuk dahi o görüşmelerin aslında ‘görüşmemek’ ve ’45 gün oyalanmak için’ yapıldığını biliyordu. Ancak ‘oyunbozan’ gibi görünmemek için CHP de ‘görüşüyormuş gibi yapma’yı tercih etti.
Beşincisi, o akıl almaz “Anayasa’ya aykırı ama ‘Evet’ diyeceğiz” çıkışı. Böylece durup dururken son derece ‘tehlikeli’ bir anayasa değişikliği gerçekleşti ve milletvekillerinin ‘gönlünce’ tutuklanmasının önü açıldı. Neden? Bu bir saflık ya da öngörüsüzlükse, sorun. Yok eğer HDP’lilerin tutuklanması göze alındıysa, daha vahim sorun.
Çok ‘an’ saymak mümkün. Bunlar, bir çırpıda tespit edilebilecek eşikler. CHP’nin ‘mış gibi görünmemek batağı’na saplandığı eşikler…
Geldiğimiz noktada, anayasal ilkeler anlamını yitirdi, oyunun kuralları oyun sürerken değiştirildi ve yeni kuralların ne olduğu da açık değil. Üstelik OHAL koşullarındayız ve OHAL KHK’leriyle yönetiliyoruz. AİHM’nin KHK’lerle ilgili son kararı ardından iktidarı ‘yer yüzünde’ dizginleyecek bir yargı organı kalmamış durumda!
Peki, şimdi ne olacak?
‘Anne Frank’ın Hatıra Defteri’nde, küçük kız çocuğu, saklanmaya başlamadan hemen önce 20 Haziran 1942 tarihli notunda şöyle dile getiriyor içinde bulunduğu koşulları: “Neye dokunsan yasak! Ne yapsan yasak! Gene de yaşayıp gidiyorduk. Jopie dedi ki bana: ‘Ödüm kopuyor kımıldamaya, yasak bir şey yapacağım diye.’ Özgürlük diye bir şey kalmamıştı. Gene de yaşadığımıza şükrediyorduk.”
Bakın şu son iddianamelere. Ben, artık herhalde Balyoz ya da Oda TV’den daha tuhaf iddianameler yazılamaz diyordum. Büyük lokma yemeli ama büyük konuşmamalı! Neredeyse muhalif olmak, yani bir başka partinin, bir başka siyasi eğilimin, bir başka zihniyetin iktidar olmasını istemek, bunu dilemek, ciddi bir suç olarak tanımlanır hale gelmek üzere. Ahmet Şık FETÖ üyeliğinden yargılanıyor. Muktedirlerin damatları bir salıverilip bir tutuklanıyor. Ya da örneğin, Yargıçlar Sendikası Başkanı Mustafa Karadağ, kanuna aykırı biçimde Urfa’ya tayin/sürgün ediliyor. YSK’nın mühürsüz pusulaları kabul ettiği kararı, ‘eski Türkiye eşikleri’nin çoktan aşıldığının en çarpıcı göstergesi oldu. Son olarak Berberoğlu’nun 25 yıla mahkumiyeti ve tutuklaması. Bunlar ilk anda düşünebildiklerim.
Uzatmayacağım. Kenarında kalakaldığımız uçurumda bir ana muhalefet partisi ne yapmalı?
15 Haziran 2017 günü başlatılan ‘Adalet Yürüyüşü’nden önce olsaydı şunları yazardım:
CHP’liler, YSK’nın yasa ihlal ettiği halkoylaması sonucunu gayrimeşru ilan etti. Ana muhalefet, bu denli hayati bir konudaki oylamanın meşru olmadığını düşünüyorsa ne yapar? Herhalde iki seçenek var: İlki, değişiklikle kabul edilen yeni sistemde yapılacak seçimlere girmemek. İkincisi, seçim yarın yapılacakmış gibi hazırlanırken, meşruiyet sorununu sürekli gündemde tutmak. Eğer gündemde tutmayacaksa yurttaştan, YSK’dan ve AKP’den özür dilemek. Gündem lüzumsuz yere meşgul edildiği için!
Kimi CHP milletvekilleri, yurttaşa ‘sivil itaatsizlik eylemleri’ öneriyor. Kılıçdaroğlu da ‘direnme hakkı’ndan söz etmişti. Direnme hakkını geçelim, sivil itaatsizliğin ne olduğundan haberdarlar mı? Bir yasayı barışçıl yolla ihlal etmek. Peki, bu konuda önayak olacaklar mı, eylem önerecekler mi? HDP’ye yakın görünme günahını işlememek için Demirtaş ve Yüksekdağ’ı cezaevinde ziyarete gitmeye (genel başkan düzeyinde) dahi cesaret edemeyen CHP, sivil itaatsizlikle yurttaşa ne tavsiye ediyor? Ha keza, direnme hakkıyla?
Büyük barışçıl mitingler. Yapılabilir/yapılmalı ancak görünen o ki CHP bu konuda ziyadesiyle çekingen. Borsa ve dövizi etkileyebilecek herhangi bir toplumsal hareketlilikten tedirgin. Aman vatandaşın huzurunu kaçıran parti durumuna düşmeyelim! Bravo. Çıta buraya konulduğunda, bir muhalefet partisinin, herhangi bir konuda muhalefet etmesi mümkün mü? Ya da muhalifler vatandaş değil mi?
Hiçbiri mi yapılamıyor? Peki. Hiç olmazsa OHAL sürekli biçimde ülke gündeminde tutulmalı. CHP için ilk ve öncelikli hedef bu olmalı. Çünkü OHAL sürdüğü müddetçe CHP, diğer parti ve siyasal oluşumların ses vermesinin koşulları ortadan kalkıyor. CHP’nin ilk hedefi, OHAL’i bir an dahi gündemden düşürmemek olmalı.
15 Haziran’da başlayan yürüyüşle birlikte:
Ankara’dan İstanbul’a başlatılan yürüyüş, yukarıdaki eleştirilerin hiç olmazsa bir kısmına yanıt oldu. Bir kez daha: Bu yürüyüş tarihi öneme sahip ve CHP’nin uzun süredir gerçekleştirdiği en etkili eylem. Yıllar sonra Türkiye üzerine yazanlar açısından önemli dönüm noktalarından biri olarak anılacak.
Nitekim, III. Milliyetçi Cephe’nin (AKP+MHP+BBP) gösterdiği tepkilerinden de bu eylemin değeri anlaşılıyor. Kızgınlık ve aşağılama çabası var. III. MC kızgın, şaşkın ve küçük görme eğilimindeyse, doğru yoldasınız demektir! Kuşkusuz bu yürüyüşü değersizleştirmek için her şeyi yapacaklar; sorun değil. Küçümseme, ‘Yollar/sokak hak arama yeri değil’ vb. zırvaları, büyük ölçüde çaresizliğin ve vaatsizliğin sonucu.
‘Sokak hak arama yeri değil’ diyenler, zamanında Cuma Namazı çıkışlarında cami önlerinde eylem yapardı. ‘Yollar çare değil’ diyenler, 1998 sonbaharında İstanbul’da kilometrelerce uzunluğunda türbanlı kadın zinciri oluşturmuştu, benim de tanıklık ettiğim. Sahi, kılık kıyafet yasakları çok yakın zamanda kalkmış olmasına karşın, AKP iktidara gelince neden bıçak gibi kesilmişti sizce o eylemler? Ne tuhaf değil mi? Allah’ın işi, diyelim!
İşte o gün siyasal İslamcılar sokaklarda eylem yaptığında, birileri de bugünün III. MC mensupları gibi tepki verirdi. Türkiye’de ceberut zihniyet değil, yönetenlerin bıyık boyları, çorap renkleri ve saçmalamalarının ölçüsü değişiyor.
Ana muhalefet partisinin, Başkent’ten İstanbul’a ‘Adalet’ sloganıyla yürümesi, tam da günümüzün büyük gereksinimi ve siyaset araçlarından biri olan ‘etkili barışçıl eylem’ örneği sunması açısından çok değerli. Başta, ‘Neden sizin vekiliniz tutuklanana dek beklediniz?’ olmak üzere, çok sayıda ‘haklı’ soru/eleştiri yöneltilebilir kuşkusuz. Örneğin, ‘Neden Edirne değil de İstanbul’a kadar?’ gibi…
Buna mukabil, Türkiye’de herkesin bir diğerine yöneltebileceği makul bir ‘Neden?’ sorusu olduğunu hatırdan çıkarmayıp eleştirilerin eylemi değersizleştirmesine izin vermemeli. Hazır, uzun süre sonra ilk kez ‘Sonunda bir şey yapılıyor’ duygusu yaşıyorken.
Yürümek güzeldir. Bir ana muhalefet partisinin, ‘Adalet’ talebiyle yüzlerce kilometre yürümesi, daha da güzel. Adalet duygusunu yok edenler için değil tabii, diğerleri için…
Kitap Yazısı: Son kitap incelemesini buraya bırakıyorum.