MURAT SEVİNÇ
Yüksek Seçim Kurulu (YSK) haftalar önce verdiği İstanbul büyükşehir belediyesi (İBB) seçimini iptal şeyinin (kararının) şeyini (gerekçesini) dün yayınladı. İlk gün söylediğimi bir kez daha yinelemek isterim: Bu bir karar değil. Eğer “Vazgeçtik, gerekçe yazmayacağız” deselerdi, hukuk devleti ilkesine verdikleri zarar bu denli ağır olmazdı. Özetle, YSK ‘yedi’ üyesinin marifetiyle 1950’den bugüne Türkiye demokrasisindeki yaşamsal konumuna onarılması güç bir zarar verdi. Modern devlet denilen, bürokrasidir. Kurumlardır. YSK, anayasası askıya alınmış bir ülkede, kendi kendisini tüketen belki de son kurum oldu.
Türkiye toplumunun toplum olma vasfına sahip olup olmadığının tartışılır olduğuna dair bir şeyler söylemeye çalıştım daha önce de. Bazı ortak değerleri varmış gibi görünen fakat daha çok birbirinden kopuk ve diğerine yapılanı hemen hiç umursamayan bir ‘insan kalabalığı’ söz konusu. Bu hâlin kökenindeki temel nedenlerden birinin, o kalabalığın mensuplarının ‘yurttaşlık’ bilincinden yoksunluğu olduğu kanısındayım. Memleket ahalisi yurttaş olamıyor. Hak ve özgürlük sahibi birer birey gibi davranamıyor. Haliyle, en temel ‘birlikte’ yaşam ilkelerinden yoksun.
Birey ve yurttaş olmadığı için hak ve özgürlükler ile kendi varlığı arasındaki ilişkiyi kuramıyor. Bu yüzden o kalabalığın ortalama bir mensubu, örneğin kaba saba bir sürücüden kolaylıkla fırça yiyebiliyor. Bu yüzden, tüm kamu hizmetlerinin kendi emeği sayesinde verilebildiğini anlamıyor. Bu yüzden, eğer ödediği vergi olmasa o yeteneksiz takım elbiselilerin hiçbir işe yaramayan insanlara dönüşeceğini kavrayamıyor. Bu yüzden, güçlüye yaltaklanıp güçsüzü neredeyse içgüdüsel biçimde ezebiliyor. Bu yüzden, eşitlik düşüncesinden böyle fersah fersah uzak. Bu yüzden, bir diğerinin dilini konuşamaması, inancını ya da diğer yönelimlerini özgürce yaşayamamasını dert etmiyor.
Ezcümle, bu diğerkâmlık duygusu gelişmiyor. Ve bu yüzdendir ki, lokantaya gittiğinde garsonlara teşekkür edilmesi gerektiğini de akıl edemiyor!
Türkiye milli eğitim tornası, yurttaş-birey olamamış insan yetiştirme üzerine inşa edilmiş hâlde.
Bu peşrevi boşuna yazmıyorum. Şu son YSK şeyi ve o şeye giden süreçte gösterilen tepkiler yazdırıyor. Milyonlarca insan çok tepkili ve kuşkusuz haklı. Hatta o milyonlar, belki de uzun süredir bir ‘hukuk’ tartışmasında bu denli haklı olmamıştı. YSK şeyini, yandaş basın ve akademideki soytarılar dışında savunan birileri olacağını sanmıyorum.
Peki sorun ne? Bir haksızlığa tepki gösteren insanlara, “İyi de siz şu haksızlıklara tepki göstermemiştiniz ama” demenin nahoş ve yanlış bir yanı var. Çünkü o insanlar da çıkıp “Evet onlara şu ya da bu gerekçeyle göstermemiştim ama şimdi gösteriyorum” yanıtını verebilir. Haliyle, bilmiş tavırlarla ‘en kahraman Rıdvan’ pozları takınmanın alemi yok. Geciken tepki, hiç verilmeyenden evladır!
Buna mukabil, verdikleri oy yok sayıldığı için tepki gösteren kitlelere, karşı çıkılan hukuk dışılığın ‘köklü’ ve pozitif hukukla değil de daha ziyade siyasal-kültürel niteliklerle ilişkili bir geçmişi olduğunu hatırlatmak da, bana kalırsa eşit yurttaşlık mücadelesinin gerekliliklerinden biri ve çok önemlisi.
Bu kez, hiç adetim olmadığı üzere, uzatmayacağım!
Muhterem okur, eğer yurttaş olduğunu iddia ediyorsan, şunları göz ardı edemezsin:
Demirtaş ve pek çok HDP’linin cezaevinde oluşu, YSK şeyinden daha hukuksal değil. YSK’nin yayınladığı şey ne kadar hukuksa, o siyasetçiler de o ölçüde hukuksal gerekçelerle cezaevinde.
YSK şeyi ne ölçüde doğruysa, fevkaladenin fevkinde üst yargı organı olan Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) dün verdiği Osman Kavala hakkındaki kararı da o ölçüde doğru. Bugün itibariyle 570 gündür tutuklu olan, hâkim karşısına çıkmamış, hatta mahkeme vasfı tartışmalı bir sulh ceza hakimliği tarafından tutukluluk kararı verilmiş ve milyonlarca insanın katıldığı Gezi eylemlerini ‘organize etmek’ gibi akıl fikir dışı bir saçmalıkla suçlanan Osman Kavala’nın tutukluluğunda, bir hak ihlali bulamadı o AYM’nin 15 üyesinden 10’u.
YSK şeyi ne kadar hukuksa, OHAL KHK’si adı verilen bir zırvayla sorgusuz sualsiz ekmeklerinden, işlerinden edilen, yurt dışına çıkamayan insanların durumu da o kadar hukuk.
YSK şeyi ne kadar kararsa, ‘çok takdir ettiğiniz’ askerler cemaat yargısı tarafından mahkum edilirken verilen kararlar da o kadar karardı. Ve tabii ‘hiç takdir etmediğiniz’ Altan ve Ilıcak gibi isimlerin ‘subliminal’ mesaj gerekçesiyle aldıkları hapis cezaları da, işte o kadar!
YSK şeyi ne kadar hukuksa, elleri bağlı yere yatırılmış insan manzaraları da o kadar hukuk.
Daha saymalı mı? Hangi birini? Üç sayfa… Beş sayfa… 10… Yeterli olur mu
Değerli okur,
Çok ve haklı tepki gösterdiğin YSK şeyi, örneğin bir batı demokrasisinde böyle sırıtarak verilemezdi. Burada yapılabiliyor oluşunun nedeni, senin hem çok korktuğun hem de taparcasına sadakat duyduğun devletinle ilişkinin, demokratik ve eşitlikçi bir yurttaşlık ilişkisi olmayışı. Kendinden başka hiç kimsenin derdiyle tasasıyla ilgilenmediğin, hiçbir birliktelik duygusu hissetmediğin için, tek katılım aracın olan ‘oyu’ dahi böyle gözünün içine baka baka yok sayabildiler.
Görmezden duymazdan geldiğin, umursamadığın ve her yapılana alıştığın sürece… Bunlar iyi günlerin!