Christopher Nolan son çalışması ‘Dunkirk’te, İkinci Dünya Savaşı’nın dönüm noktalarından biri olarak kabul edilen, 339 bine yakın askerin Fransa’dan İngiltere’ye tahliyesini anlatıyor. Film görsel açıdan mükemmel ama öyküdeki, alttan alta sahaya sürülen gereksiz kahramanlık tonları ‘Başyapıt‘ olmasını engelliyor.
Terrence Malick’in ‘anti-militarist’ başyapıtı ‘İnce Kırmızı Hat’taki (‘The Thin Red Line’) çok karakterli yapı içinde en çok öne çıkan isim olan ‘Er Witt’ (Jim Caviezel canlandırıyordu), cehennemi ortamda bir tür delilik haliyle kendi cennetini yaratmıştı. Onun kayıtsızlığını, çizgiyi geçme halini ve ruhiyatını yüzünden okuyabilirdiniz.
‘Dunkirk’ün son derece huzur veren başlangıç sahnesinde Nazilerin gökten yağan ‘Teslim olun’ çağrısı içeren el ilanlarının ardından başlayan yoğun ateşte, arkadaşlarını birer birer kaybeden Tommy’nin suretinde de Witt’in sakinliğini ve ‘Kıyamet’ tasviri içindeki iç huzurunun yansımalarını bulmak mümkün. Christopher Nolan’ın bu son filmi ilk yarım saatinde (belki 45 dakika da denilebilir) sanki Malick’in başyapıtıyla aynı ruh ve beden koridorlarında dolaşıyor gibi.
Lakin filmin adını aldığı ‘Dunkirk Tahliyesi’ (ya da bilinen tarihsel adıyla ‘Domino Operasyonu’) gerçek olaylara dayandığı için Nolan, Malick’in kurgusal hareket etme alanından ayrılıyor ve İngiltere tarihi için kâğıt üzerinde ‘yenilgi’ ama genel resim içinde ‘zafer’ olarak adlandırılan sürece ‘gerçekçilik’ bağlamında odaklanıyor.