H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Sinema-Belgesel
insanatinart@gmail.com
Yapacak daha iyi bir şeyiniz yoksa izleyin diye yazdım. Ama bir okuyun. Neden?
TENET gişeyi de dünyayı da kurtardı…
“Gün batarken dostun yoktur.”
TENET filminin açılıştaki konser baskınından bu diyalog…
Neyse ki Chris Nolan’ın 200 milyon dolarlık bir bütçeyi kendisine verecek yapımcı dostları var. Böylece havalimanında uçak patlatmak gibi bir işi dijital efektlerle değil, gerçek çekimlerle çözümleme şansını buluyor.
TENET geçtiğimiz haftalarda belirttiğimiz gibi, James Bond’un aksine cesur davranarak, Covid-19’a rağmen vizyon yaptı. Chris Nolan geçmişin mirasını yediğini düşündüğümüz filmiyle bugünlerde 350 milyon dolar hasılata yaklaştı.
Önce kendi maliyetini, sonra gişeyi hatta pandemi etkisindeki sektörü de bir nefeslik olsun kurtardı.
Peki 150 dakikaya değen bir film mi? Filmin kahramanının adı Protagonist değil de James Bond olsa bir şey değişir miydi? Dünyayı çılgın bir Rus’un, zamanda ileri geri giderek, yine dünyanın geleceği için gibi cılız bir klişe motivasyonla yok etmeye çalışmasını ve tabii kahramanımızın da bunu engellemesini anlatan film, öyküsünü oldukça zayıf kurmuş. Neden sonuç ilişkilerinden tiplere kadar her şey karton.
Sonuçta ortaya onbeş-onsekiz yaş grubunun keyifle izleyeceği bir aksiyon filminden öte bir şey çıkmıyor.
Bu bir Nolan sineması eleştirisi değil. Yalnızca TENET’in tekniği yüksek, prodüksiyonu beş yıldızlı, içi boş yapısından bahsediyoruz.
Ancak arkasında endüstriyel bir yapım gücü olunca sonuçlar değişiyor. O zaman kral çıplak demek de zor olabiliyor. ‘Gişeye baksana!‘ Ben de gişeye baktım zaten, perdeden daha anlamlıydı.
Nolan usta antik bir gönderme de yapmış. İtalya’da bulunduğu söylenilen bir palindromdan yola çıkarak film kişilerinin isimlerini ve ilişkilerini oluşturmaya çalışmış.
Ancak noktayı koyalım, TENET Nolan için eski filmlerinin mirasını yemekten fazlasını yapmıyor.
‘Sosyal İkilem’ , ‘Minimalizm’ ve faydasız gerçeklik
Bir Netflix belgeseli ‘Sosyal İkilem’. Son zamanlarda herkesin dilinde… İlk defa fark edilmiş, şimdiye kadar duyulmamış bir gerçekliği dile getiriyormuş gibi söylemler duyuyorum. ‘Meğer bu sosyal medya neymiş biliyor musunuz?!‘ Günaydın. Hatta eskiler ‘sabah şerifleriniz hayırlı olsun‘ derdi.
Sosyal medya ve bunların arkasındaki yapay zeka yazılımlarının, tek tek bireyleri ve toplumları nasıl bir manipülasyona uğratıp, adeta uyuşturduğunu anlatan bir yapım. ‘Bir şey ücretsiz veriliyorsa ürün aslında sensin‘ gibi zihin açan cümleler var içinde… İşin güzel tarafı konuşanların her biri bu yazılımların mimarları ve birden fark etmiş gibi yapıyorlar. Belki de gerçekten öyleler. Ancak Covid-19 felaketini bile ‘Yaşasın artık daha da dijital olacağız‘ nidalarıyla karşılayan ve sevinç çığlıkları atan kalabalıkları düşününce yapım; tedavi kabul etmeyen bir uyuşturucu bağımlısının ellerini bağlamaya çalışmak gibi… Belgeseldeki en etkili gerçeklerden biri sosyal medyada 30 dakika zaman geçirdiğini zannedenlerin yapılan ölçümlerde yaklaşık üç saatlerini sosyal medyada geçirdiklerinin ortaya çıkmasıydı.
En çok ‘Ben sosyal medya bağımlısı değilim‘ diyenler izlemeli. Mesele çocukları cep telefonundan korumak değil artık.
İkilemin diğer bir tarafı da belgeselin yayın platformundaki yapay zekanın bize durmadan öneriler getirip manipüle etmesi. Tam kara mizah…
Bir diğer belgesel de ‘Minimalizm’. Modern dünyanın koşullandırmalarından, 12 yaşındaki çocuklara cep telefonu satmaktan bıkmış olan eski beyaz yakalı genç yöneticilerin, bizim çocukluğumuzda tornet dediğimiz üç tekerlekli kaykaylar ve sırt çantalarıyla yeni bir hayata ve bakış açısına yelken açmalarının öyküleri anlatılıyor. Ancak yapım boyunca bir bilgisayar ve cep telefonu markasının çok iyi kadrajlarla reklamını yaparak. O markayla dağ başına da deniz kıyısına da gitsen ‘connection’ın sağlamdır mesajıyla… Hani o şarkı var ya ‘Sussam olmuyor, susmasam olmaz’…
Bu haftalık yerimiz bitti. Atiye dizisinin ikinci sezon dehşetini de belki haftaya yazarız.