25 Aralık 2016 sabahı gözaltına alınıp 24 gün sonra ‘terör örgütü üyeliği’ suçlamasıyla tutuklanan Diken’in eski editörü Tunca Öğreten, hapisteki 108’inci gününde bir mektup kaleme aldı.
‘DHKP-C üyeliği’ iddiasıyla tutuklanan Öğreten, hâkimlik sorgusunda, isteği dışında Twitter’da bir gruba üye yapıldığını belirterek, “Haber küpürü dışında DHKP-C üyesi dahi görmedim. Ben istesem dahi bu örgüt beni kabul etmez” demişti.
Öğreten’in 1 Mayıs tarihli mektubu şöyle:
“Farklı coğrafyalarda haber peşinde koşmaktan ne kadar keyif alıyorsam, yanımda uyumadığı bir yatakta geceyi geçirmekten de o denli nefret ederdim. Sırf bu nedenle; onsuz uykuya dalmamak adına yola çıkmadan tüm bağlantıları kurar, işleri yarılardım.
Ancak gayretlerime rağmen geceyi bir otel odasında geçireceksem de, çaktırmadan son giydiği tişörtü sırt çantama atardım. O tişörtü bazen bir otel odasındaki yastığa geçirir, kollarımın arasında ‘ona’ dönüştürürdüm. Bazense bu ülkenin acıklı hikayelerini dinlediğim sokaklarında beni hayata bağlayan oksijen maskesi muamelesi yapar, üzerine sinmiş kokusunu solurdum… Bazılarınız buna aşk diyebilir; ama benim için aşktan da öte ailenin, dostluğun, yoldaşlığın, güvenin kokteyl misali damarlarıma aktığı bir ab-ı hayat, o…
25 Aralık’ta evimiz polislerce basılana dek her günü onsuzluktan kurtarmaya çalışan ben, 124 gündür ondan ayrıyım. Geçen sürede anladım ki ‘tutsaklık’ kişiden kişiye değişiyormuş. Kadri Gürsel’i, Ahmet Şık’ın ya da Deniz Yücel’in tutsaklıkları ne bilmiyorum fakat kendiminkinin beni nelerden mahrum bıraktığını iliklerimde hissediyorum.
27 Nisan, tutukluğumun 100’ncü günüydü. Dalyam, aynı zamanda ‘açık görüş’ gününe de denk geldi. 1 Mart’ta Silivri’nin dikenli telleri arasında evlendiğim ve o sırada aylar sonra yalnızca 8 dakika görmeme, dokunmama izin verilen Minez ile görüşecektim. Dedim ya herkesin tutsaklığı farklı… Benim yegane tutsaklığımsa o…
Özel harekat polislerince gözaltına alınan, 24 günü zor sığdığı hücrede geçiren, kanıt olmaksızın hakim karşısına çıkarılan, ters kelepçeyle hapishaneye postalanan, günleri, haftaları, ayları dört duvar arasında deviren ben, açık görüş öncesindeki 10 dakikanın üstesinden bir türlü gelemedim. Önce, güneşin nazlanarak vurduğu avluda volta attım. Saatler geçti hissi veren bu aktivitenin yalnızca 45 saniye sürdüğünü anlayınca Forrest Gump’laştım… Nefes nefese kaldığımdaysa daha 8 dakika vardı. Ardından 100 gündür birbirimize postaladığımız, kallavi bir roman kalınlığına tekabül edecek mektuplarımızı düşünürsem zaman geçer sandım… Ne fayda! ‘Anları alayım devreye’ dedim… Gazetede onu ilk gördüğüm an geldi gözlerimin önüne; sonra bana ilk sarıldığında kalp atışlarımın şiddetiyle kendimi ele verişim…
İlk öpüşmemiz… Dedim ya, herkesin tutsaklığı farklı.
Şu dünyaya doğuşum annem için ne kadar sancılı olduysa, o 10 dakikayı atlatmak da benim için o denli sancılı oldu. Demir kapının kilidinin açılması dahi 45 dakikalık görüşten daha uzun sürdü sanki. Koğuştan açık görüş salonuna uzanan 100 metreyi ise yumurtadan yeni çıkmış bir caretta caretta telaşı ve hızıyla saatlerce koştum adeta. Salonda bekleyen hayat arkadaşım Minez’in, güzelim yüzünü çevirip geldiğimi farketmesiyse olimpiyatlardaki foto-finiş kamerasının hızının binde biri kadardı. Peki, sonunda ne mi oldu? Dünyayı meydana getiren atomlar gibi çarptı bedenlerimiz. Sahici koku pınarı boynuna gömdüm burnumu… Batık geminin kamarasından, boğulmaktan son anda kurtulmuş bir kazazedenin suyun yüzeyine ulaşması gibi derin bir nefes çektim. Bedenine, beni kurtarmayı bekleyen bir filikaya yapışırcasına tırnaklarımı geçirdim. Hepi topu 45 dakika süren bir rüyaydı…
Dedim ya, herkesin tutsaklığı farklı.
Bunları, onu ne çok sevdiğimi bilsin diye anlatmıyorum elbette. Yaşadığımız iki kişilik bir tutsaklık ve o, dışarıda bıraktığım uzvum olarak tüm acziyetimin idrakında zaten. Tüm bunları, olur da bir hakim ya da savcı okur; bu hukuksuzluk günlerinde denk gelebilecek ‘kendi tutsaklığının’ muhasebesini yapar diye anlatıyorum. Kim bilir belki de sözlerim, o hakim ve savcıların cesaretine hayat öpücüğü olur, can verir…
Not: Sayın Cumhurbaşkanı… 103 gündür özgürlüğümden mahrum, hakkımızda hazırlanacak iddianameyi bekliyoruz. 16 Nisan öncesi meydanlarda sarf ettiğiniz ‘Evet’ ile yargı bağımsız ve tarafsız olacak’ sözü üzerinden de çok zaman geçti. Dilerim bu kez siz haklı çıkarsınız da biz utanırız.”
Ne olmuştu?
Aralarında Diken’in eski editörü Tunca Öğreten’in de bulunduğu altı gazeteci, 25 Aralık 2016’nın ilk saatlerinde evleri basılarak gözaltına alınmıştı.
Öğreten’in evinde üç saati aşkın bir süre arama yapılmış, tüm telefon ve bilgisayarlara el konmuştu. Gözaltına alınma gerekçesi olarak ‘terör örgütü üyeliği’ gösterilen Öğreten, Vatan Caddesi’ndeki emniyet müdürlüğüne götürülmüştü.
Sabah gazetesi dokuz gazeteci hakkında gözaltı kararı bulunduğunu duyurmuştu. Haberde gözaltı listesindeki gazetecilerin hacker grubu RedHack’le bağlantı kurmakla suçlandığı belirtilmişti.
Gazeteciler, gözaltında bulundukları 24’üncü günde savcılık tarafından ifadeleri alınmak üzere adliyeye sevk edilmişti. Savcılık ifadelerinin ardından mahkemeye çıkartılan gazetecilerden Diken’in eski editörü Tunca Öğreten, kapatılan DİHA’nın Haber Müdürü Ömer Çelik ve BirGün gazetesi çalışanı Mahir Kanaat, ‘örgüt üyeliği’ iddiasıyla tutuklanmıştı.
Kapatılan DİHA’nın muhabiri Metin Yoksu, Yolculuk Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Eray Sargın ve ETHA Sorumlu Müdürü Derya Okatan ise serbest bırakılmıştı.
Aynı soruşturma da daha sonra Almanya merkezli Die Welt’in Türkiye muhabiri Deniz Yücel de tutuklanmıştı.