FATİH CERAN*/AHMET ERDİ ÖZTÜRK**
Birçoklarına göre Türkiye karanlık bir yola koşar adım ilerliyor.
Demokrasiyle ilişkisi geçmişte de inişli çıkışlı olan görece genç cumhuriyet düşe kalka da olsa bugünlere gelmeyi başardı. Otoritenin merkezde toplandığı bir siyaset yapısı bulunan Türkiye’de toplum, gücü denetlemede de zayıf bir performans gösteriyor. Geldiğimiz noktada tek kişilik bir oyuna dönen siyaset giderek sertleşiyor ve muhalif kitleleri oyunun dışına itiyor.
İlerleyen günlerin manzarası ise geçmişi aratacak gibi. Zira yetkilerini yeterli görmeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, milli iradenin tezahürü parlamentoyu tamamen kontrolüne alıp teknik bir organ haline getirmek istiyor.
Geçtiğimiz günlerde Erdoğan’ın ve Başbakan Davutoğlu’nun hem yurt içinde hem yurt dışında kürsülerden vurguladıkları şekilde hakkında dava dosyası bulunan milletvekillerinin dokunulmazlıkların kaldırılmasını hedefleyen fezlekeler şu anda alt komisyonda ve bu hızla giderse önümüzdeki günlerde genel kurulda olacak. Sadece iktidar partisi değil, ana muhalefet partisi CHP ve en küçük parti konumundaki MHP tarafından da destek var.
Parlamentodaki üçüncü büyük parti konumundaki HDP ise bu duruma şiddetle karşı çıkıyor, çünkü bir noktada hedef hem onlar, ve de Türkiye’de hem siyasal sistemin hem rejimin bir şekilde değişmesi. Dahası düşünülen değişiklik hem Türkiye hem evrensel ceza yasalarına aykırı.
Kaos kime yarıyor?
İki yıl önce Gezi protestolarıyla başlayan ve AKP’den önemli isimlerin de karıştığı yolsuzluk skandallarıyla zirveye ulaşan otoriterleşme süreci, hız kesmeden yoluna devam ediyor. Bir yanda farklı politik görüşteki sivil toplum, siyaset ve medya farklı yöntemlerle susturulurken, diğer yandan uluslararası toplumdan gelen her eleştiriye adeta savaş açılıyor. Bir gün Rusya ile ilişkiler gerilirken, başka bir gün Avrupa Birliği ile ilerleme raporu üzerinden yaygara koparılıyor. AKP’nin devasa propaganda makinesi üzerinden verdiği mesaj ise şu: Ortada büyüyen bir Türkiye var ve bu büyümeden rahatsız olan iç ve dış düşmanlarla mücadele etmek gerekiyor. Hayali düşmanlar üzerinden kitleler korkutuluyor ve bu korku otoriterleşmenin meşrulaştırma aracı haline getiriliyor.
Dahası, rasyonel analizlerle komplo teorileri iç içe geçmiş durumda. Son altı ayda ülkenin başkenti Ankara’da üç, en önemli metropolü İstanbul’da ise iki terör saldırısı yaşandı ve yüzlerce insan hayatını kaybetti. Saldırıların arkasında kimin olduğu ise tartışılmaya devam ediyor; PKK mı IŞİD mi? Dahası ülkenin güneydoğusu PKK ile mücadele adı altında bir iç savaş havasında günden güne harap ediliyor. Kısık sesle sorulan bir başka soru ise tüm bunların kimin işine yaradığı. Kamuoyu araştırmaları şiddet sarmalının otoriter bir tek adam rejimine geçişi kolaylaştıracağını gösteriyor.
Başkanlığa giden yol
Anayasal yetkilerinin çok ötesinde bir otorite kullanan Erdoğan, aslında fiili durum üzerinden yapmak istediği birçok şeyi gerçekleştirebiliyor. Sansür, işten atma ve medya sahipliği üzerinden basın yayın organları kontrol altına alınmış durumda. Etkisi zaten kısıtlı sivil toplum ise hükümet tarafından hareketlendirilen yeni ve tuhaf bir karşı toplum tarafından boğuluyor.
Birbirini dengeleyen ve denetleyen yapılar olması gereken yasama, yürütme ve yargı, iktidar partisinin kontrolüne girmiş durumda. Üstelik gelinen noktada bunu saklama ihtiyacı bile hissedilmiyor. Geçtiğimiz günlerde AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu katıldığı bir televizyon programında “Bizim hükümeti ve diğer kurumları denetlemek gibi bir durumumuz olmaz, çünkü yasama, yürütme ve yargı bizde” diyerek durumu olanca açıklığıyla ifade etti.
Bütün bu tablo masada apaçık dururken Türkiye’nin en yakıcı sorunu Kürt meselesinde çözüme en yakın olduğumuz nokta Kürtlerin hukukunu savunan bir partinin -tüm kusurlarıyla birlikte- parlamentoya girmesi oldu: HDP. Ancak bıçak sırtında bir siyaset yapan Kürt hareketi, ilerleyen dönemde kendisinden beklenen performansı gösteremedi ve PKK ile AKP’nin çift taraflı baskısıyla ne yazık ki üst üste hatalar yaptı.
HDP’nin başarısı AKP’yi olduğu kadar PKK’yı da rahatsız etmişti. Zira, siyaset yolunun Kürt toplumuna da açık ve çalışır durumda olması, PKK’nın varlık sebebini ortadan kaldırabilirdi. PKK ile bir şekilde ters düşemeyen HDP; AKP, CHP ve MHP’nin milliyetçi eleştirileri karşısında kamuoyunun çoğunu tatmin edici bir cevap veremedi.
Toplumsal tepkileri iyi analiz eden Erdoğan, kamuoyu nezdinde meşruiyeti tartışmalı hale gelen HDP’li vekilleri, dokunulmazlıklarını kaldırarak sistemin dışına itmek istiyor. Yargı üzerindeki kontrolü hesaba katıldığında, Erdoğan’ın istediği sonucu almasına ise kesin gözüyle bakılıyor.
Sistem rejim değişmeden değişmeyecek mi?
Son zamanlarda Türkiye, Steven Levitsky ve Lucan Way tarafından geliştirilen ve sosyal bilimlerde oldukça popüler hale gelen, ‘otoriterlikle demokratik rekabet arasında gidip gelen melez bir rejim’ görüntüsü çiziyor. Seçimler her ne kadar yapılıyor olsa da bilgiye erişim iktidar kontrolünde ve alternatif haber kaynakları yoğun baskı altında. AKP seçimlerde devlet olanaklarını özgürce kullanırken, muhalefet kısıtlı ve baskı altında bulunan bir medyayla kitlelere erişmeye çalışıyor. Yani seçimler özgür olsa da adil yapılmıyor. Anlaşılan o ki bu güç bile iktidar partisi ve doğal liderine yetmiyor.
Sistem değişikliği isteyen Erdoğan, bunun yolunun HDP ve MHP’den en az birinin baraj altında kalmasına bağlı olduğunun farkında. Tam da bu bağlamda dozu giderek artan milliyetçi bir söylem üzerinden hem MHP’den oy çalmak hem de HDP’yi iyiden iyiye köşeye sıkıştırarak marjinalleştirmek ve sistemin dışına itmek istiyor. Artan terör olaylarının Erdoğan’ın bu politikasıyla fazlasıyla uyum içerisinde olduğunu ise söylemeye bile gerek yok.
MHP’ye karşı Erdoğan’ın geliştirdiği bir başka hamle ise kongre sürecine giden partiyi iç tartışmalara hapsederek istikrarsız ve güçsüz bir hale getirmek.
İstikrarsız bir MHP ve tartışmalı bir HDP ile gireceği bir erken seçim ise beli ki Erdoğan ve AKP’nin zaferiyle sonuçlanacak. Duruma göre AKP, ya Anayasa’yı doğrudan parlamentoda değiştirecek sayı 367’ye ya da referanduma götürmek için gereken sayı 330’a rahatlıkla ulaşacak gibi gözüküyor.
Tarih kitaplarında yazıyor
Anlaşılan o ki dokunulmazlıkların kalkması bir erken seçim, erken seçim ise AKP’nin zaferini getirecek. Daha büyük bir sandalye sayısına sahip olacak yeni AKP hükümeti de işe Erdoğan liderliğinde bir başkanlık sistemi getirmekle başlayacak. İlerleyen dönemde ise muhtemelen seçimler daha büyük bir baskı altında ve göstermelik bir şekil şartı olarak yapılacak. Kısacası hem sistem hem de rejim değişecek ve Türkiye seçime dayalı hegemonik bir otoriterlik tarafından yönetilecek.
Tüm bunların hayata geçmesi durumunda ise HDP üzerinden sivil siyasete katılım gösteren Kürtler yeniden PKK’nın kollarına bırakılacak ve Türkiye 90’lı yıllarda yaşadığı olumsuz tecrübeyi -muhtemelen daha şiddetli bir biçimde- yeniden yaşayacak. Şiddetin ‘yeterince’ artığı durumlarda ise Türkiye’de ne olduğu tarih kitaplarında yazıyor. Umarız tarih tekerrür etmez.
* Marmara Ünivesitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Adayı
* Ljubljana Universitesi, Sosyal Bilimler Fakültesi Araştırma Görevlisi ve Doktora Adayı