BAHADIR KAYNAK*
Yaklaşık 100 yıl önce Filistin cephesinden çözülüp kuzeye doğru darmaduman çekilen Osmanlı orduları Arap coğrafyasının Anadolu ile siyasi bütünlüğünün ortadan kalktığını ilan ediyordu. Soğuk Savaş sonrası bölgeye yönelik uygulanmaya çalışılan aktivist politika ise bu kaybı belli alanlarda telafi etmeyi, siyasi olmasa bile ekonomik ve kültürel bir bütünleşme sağlamayı hedefledi. Arap Baharı’nın ilk yılları bu umutları filizlendirirken, Suriye’deki iç savaşa ilişkin alınan tutum, liberal bir bölgesel entegrasyon projesiyle yetinmeyip bölgede siyasi hakimiyet kurmayı planlayanların ayağına dolandı.
Suriye’deki durum hiç de Türkiye’deki politika yapıcılarının istediği gibi gitmiyor. Devletin güvenlik bürokrasisinin tek boyutlu vizyonu ve romantik bir takım beklentilerle geliştirilen Suriye projesinin dikişleri atarken dış politikanın yeniden kurgulanması için baskı artıyor. Mevcut durumun devletin ilgili bürokratik kurumları ve devlet adamları tarafından da teşhis edilemiyor olması mümkün değil ama belki iç politikaya ilişkin kısıtlar, belki de alternatif politikaların maliyeti Suriye’ye ilişkin stratejimizde radikal bir değişiklik yapılmasına izin vermiyor.
Sahadaki durumu maddeleyebilirsek Türkiye’nin durumunun neden çok sıkıntılı olduğunu ve neler yapılabileceğini daha net anlamış olabiliriz.
Türkiye küresel bir güç değil; orta büyüklükte bir devlet. Ortadoğu gibi küresel güçlerin tüm ağırlıklarıyla arz-ı endam ettikleri bir coğrafyada tek başına politika dikte ettirmesi mümkün değil. O yüzden ancak büyük güçlerden kendi çıkarlarına yakın bulduklarıyla ittifak kurarak, onları kendi projelerine doğru çekecek stratejiler geliştirerek optimum sonucu elde edebilir.
Türkiye’nin Suriye’de Esad’ı devirmeye yönelik politikaları ne ABD’den ne de Rusya’dan destek görmekte. Avrupalıların da bu konuda tutumu daha iç açıcı değil. Bölgesel güçlerden İran ise doğrudan Esad’ın yanında savaşacak şekilde askeri birliklerini, kontrol ettiği paramiliter güçleri sevk edecek kadar Türkiye’nin karşısında konumunu netleştirdi.
Türkiye’nin desteklediğini söylediği ‘ılımlı muhalif güçler’ Batı kamuoyu tarafından pek de hüsnü kabul görmemekte. Giderek Suriye’deki çatışan tarafların Suriye Ordusu, IŞİD ve Kürtlerden oluştuğuna dair bir algı yerleşmekte. Türkiye’nin üzerine oyun kurduğu Sünni Araplar gün geçtikçe terörist hareketlerle beraber algılanmakta. Rusya’nın, Suriye’de hava operasyonlarına başladıktan sonra “Suriye’de ordu ve Kürtler dışında tüm unsurlar teröristtir” sözü Batı’dan yeterli tepki görmedi. Hayra alamet değil.
Türkiye’nin Suudi Arabistan’la beraber Halep’i geri almak üzere organize ettiği Fetih Ordusu Rus hava operasyonlarının temel hedefi. Muhalif grupların İdlib’i düşürmesi Esad açısından ciddi bir kayıp olmuştu. Şimdi Rusya’nın hava desteğiyle muhalif güçlerin Halep ve İdlib’den sökülmesine yönelik operasyon hız kazanmakta. Rusya’nın oyun alanına girmesi güç dengelerini ciddi şekilde değiştirdi. Üstelik Türkiye’nin bu alana müdahil olmaması için Ruslar güçlü bir şekilde Suriye hava sahasını korumaya aldı, ilan edilen angajman kurallarının uygulanmasını imkansız hale getirdi.
Rus hava desteğiyle Suriye ordusunun kuzeye doğru ilerlemeyi başarmaları halinde Türkiye’nin desteklediği muhalif güçler tamamen mağlubiyete uğramış olacak. Esad’ın güçleri Şam’dan Türkiye sınırına kadar Hama, Humus, Halep ve Lazkiye gibi ihtiyaç duydukları bölgeleri kontrol ederek Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle ‘butik Suriye’ veya daha farklı bir ifadeyle ‘faydalı Suriye’ denilen yapıyı fiili olarak kurmuş olacak.
Bu süreci Rusların Doğu Akdeniz’de kendi İsrail’lerini oluşturma süreci de olarak görebiliriz. Nusayriler, Hristiyanlar ve rejim yanlısı Sünnilerden oluşan bu devlet aslında Suriye adına anlam taşıyan tüm bölgeyi kontrol edecek. 1948’de İsrail’in kuruluşunda da ABD’nin ve Sovyetler Birliği’nin mutabakatı olduğunu hatırlamak böyle bir yapıya Batı’nın illa ki itiraz etmeyeceğini anlamak için yeterli.
Rusya’nın bölgede yürüttüğü operasyon doğrudan Batılı güçleri karşısına alan bir harekat değil ve bu haliyle Ukrayna’daki durumdan farklılık göstermekte. Putin’in IŞİD ve İslami terörizmle mücadele vurgusu Batılılar’ın Suriye konusundaki çelişkilerinden faydalanmaya niyetli olduğu ve onların da kabul edebileceği bir çözüm oluşturmaya çalıştığı izlenimi vermekte. Tercihleri umursanmayan en önemli aktör ise Türkiye.
Suriye üzerinden Türkiye’nin yediği en büyük gol, Akdeniz kıyı bölgesinde kurulan yeni devlet değil. Türkiye’nin güney sınırı boyunca PYD, kontrolünü tahkim etmekte, Kürt kantonlarını birleştirmek üzere hareket etmekte. Bununla birlikte IŞİD ile çatışan tek ciddi silahlı güç olması Batılıların nezdinde PYD’yi doğal müttefik yapmakta.
Bu güçlere silah akışını uzunca bir süredir ABD’nin sağladığını biliyoruz. Yine Rusların da PYD’yi desteklediği son derece açık. Rakka’ya IŞİD’in kalbine saldırıya hazırlanan Kürt güçler hem Batı’da büyük prestij kazanıyorlar hem de sahada Rusların da ABD’nin de desteğinden faydalanıyor.
Türkiye’nin bu koşullar altında PYD’nin kazanımlarına müdahale etmesi mümkün görünmüyor. Daha önce kantonlar arasındaki boşlukları doldurmak üzere PYD’nin Cerablus’a girmesi ihtimaline karşı Türkiye güç kullanma tehdidinde bulunmuştu. Giderek bu ihtimalin azaldığını görüyoruz.
Bu koşullar altında Türkiye’nin önümüzdeki dönemde karşılaşması muhtemel durum şu: Akdeniz kıyı şeridinde bir butik Suriye devleti ve tüm güney sınırı boyunca uzanan PYD kontrolünde bir bölge. Böylelikle Türkiye güneyinde desteklediği muhalif güçlerle bağlantıyı kaybedebilir. Sünni Arap gruplar denize çıkışı olmayan, kuzeyde Türkiye’yle bağlantısı kesilmiş bir coğrafyaya sıkışabilir.
Türkiye’nin bu gelişmelere direnç göstermesi iç barışını da tehdit ediyor. Ankara bombalamasında da görüldüğü üzere devletin Kürtlerle bağlarını ciddi biçimde zedeleyecek durumlar gelişebilir. Belki de Türkiye için gerçek risk Kürt koridorunun oluşması değil, iç barışını zedeleyecek düzeyde toplumsal dokunun zedelenmesi.
Kürtlerin Türkiye’nin güney sınırı boyunca kontrolü sağlaması Kürt Siyasi Hareketi’nin elini güçlendirir ama Türkiye hala Kürtler için bölgedeki en önemli partner olmaya devam edecektir. Geçmişte Türkiye’nin Irak konusundaki inadından vazgeçerek bölgeyle pozitif ilişkiler kurması son derece olumlu sonuçlar doğurmuştur. Kürt bölgesinin Kuzey Irak’tan Esad güçlerinin kontrolündeki bölgeye uzanması ileride boru hatlarının oradan geçirileceğini de göstermez. Hala Türkiye’nin enerji koridordu olarak cazibesi sürmekte. Bunca altyapı yatırımı, network etkisi gibi konular sadece Kürt bölgesindeki enerji kaynakları için değil tüm bölge üreticileri için transit koridor olarak Türkiye’nin cazibesini sürdürmesini sağlayacaktır.
Türkiye’de ‘Çözüm Süreci’ni buzdolabına kaldıran asıl mesele Suriye üzerindeki anlaşmazlıktır. Seçimden sonra sürece dönülecekse ki her iki taraf için de doğrusu bu, taraflar arasındaki Suriye üzerine taban tabana zıt pozisyonlar en azından yakınlaşmalı.
Suriye’deki durum kızışmaya başladığında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin bölgeye ilgisini şöyle açıklamıştı: “Suriye Türkiye’nin bir iç meselesidir.” Bugün bu sözün tüm boyutlarıyla idrak edilmesi gerekmekte.
*Kemerburgaz Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi