MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
Türkiye’nin akıbetini iyi görmüyorum.
Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan’ın üslubunun izinden giderek söylüyorum: Ey Türkiye, sizin bu duruşunuzdan endişeleniyoruz. “Teröre çanak tutuyorsunuz çanak.”
AKP 2002 sonunda iktidara geldiğinde, eli kulağında Irak savaşını karşısında bulmuştu. Gerekçesi yalanlarla süslenmiş o rezil savaşa, o kıyıcı işgale katılıp katılmama konusunda AKP içinde de tartışma vardı. Erdoğan katılmayı savunanlardandı. Meclis’ten tezkere geçmedi. Ama asıl önemli olan, halkın yüzde 90’a varan çoğunluğu savaşa karşıydı. Gösteriler yapıyor, tavrını ortaya koyuyordu. Yani, AKP’ye oy verenler de, AKP’yi destekleyen medya ve yazarların çoğu da karşıydı.
Şimdi, 14 yıl sonra, Türkiye dibi belli olmayan birkaç savaşa büyük bir iştahla dalmak istiyor. Hepyek-adam düzeni, AKP içinde barış isteyen tek ses bırakmadı; savaş karşıtı büyük bir toplum kesimini savaşa razı, savaşa sessiz, bir kesimini de savaş çığırtkanı hale getirdi.
Şüphesiz, Irak işgali ile Suriye’deki iç savaş ve Musul’a (Irak’a) taşan savaş aynı şey değil; ama kopuk da değil. Türkiye’nin girme mantığı aynı en azından, oraların hükümranı olmak.
Sadece şu son 15 gün içinde hepyek-adam Recep Erdoğan’ın ağzından dökülen ayrımcı, mezhepçi, emperyal artığı laflar bile girmek istediği savaşın, savaşa girme niyetinin ve izleyeceği yolun hem bölge için hem de Türkiye için ne kadar tehlikeli, ne kadar cehennemi olduğunu gösteriyor.
Kürt aleyhtarlığı zaten doludizgin giderken Şii düşmanlığı da şahlandı… Misak-ı Milli saçmalıkları, Lozan cahillikleri, neredeyse 1453’ten başlayarak o eski Osmanlı coğrafyasını yeniden fethetmeye sıvanan söylem ve ağız dolusu arzu bu hepyek-adam rejiminin dünya için nasıl bir tehlike olduğunun kanıtı.
Ha, tabii, ‘Büyük Türkiye imparatorluğu’nu, ‘yerli ve milli’ duruşu Batı emperyalizmine had bildirme, İslam aleminin titreyip kendine gelmesi olarak görüp sunan bir mürekkep yalamış güruh ve bunların yalapşap hazırladığı o meydan okuma şerbetini kana kana içen bir kitle de var.
Bunların görmediği şey, bu zihniyetin ve politikalarının tam da meydan okuduklarını sandıkları Batı emperyalizminin zihniyeti ve yöntemi olması. Aynı emperyal hülyalar…
Bu zihniyetle, karşı olduğunuzu söylediğiniz şeyi yeniden üretirsiniz. Ve üstelik galebe çalmanız da imkansızdır; eşitsizlik, haksızlık, kan üreten bu düzenin ve onların ekmeğine yağ sürersiniz.
Erdoğan ve Türkiye’si tam da bunu yapıyor işte. Üstelik, kendi yüzde 50’si görmek istemese bile bütün dünyanın gördüğü gibi, babalanma ile kıvranma arasında salınarak yapıyor.
Rus uçağını düşürmelerini ve sonra babalanmalarını bir hatırlayın. “Kimse Türkiye’nin caydırıcılığını test edemez”di, en hafifinden. Erdoğan “Özür dilemesi gereken bir taraf varsa biz değiliz. Hava sahamızı ihlal edenler özür dilesin” demişti.
Sonra, 2016 Haziran başında, aynı ağızdan, “Bir pilotun hatasıyla Türkiye’nin feda edilmesi düşündürücüdür” cümlesini duymuştuk. Haziran sonunda da şunu: “Rus uçağını düşürmek gibi bir arzumuz ya da kastımız asla olmamıştır. (…) Bir kez daha üzüntümü ve derin başsağlığı dileklerimi… Verilen acıların ve zararın hafifletilmesi için gerekli tüm inisiyatifleri almaya hazırız.“
Putin’in (Rusya’ya) karşısında kıvranması özellikle önemli, çünkü Suriye’deki hareket imkanı bir ölçüde Rusya’nın rızası dahilinde mümkün ve Rusya’ya yakın durmadan Batı’ya babalanması mümkün değil. Fakat bunlar o kadar da önemli değil yine de. Süt dökmüş kedileri bırakın, meleyen kuzular bile şartlar müsait olduğunda canavar kesilir bu iktidar ve nüfuz savaşında.
Türkiye (yani Recep Bey), babalanma-kıvranma arasında salındığı gibi, suçlu ile mağdur arasında da salınıp duruyor yıllardır. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra mağdur edebiyatına karınlarının tok olduğunu söyleyen de darbeye kalkışanları ülkenin başına musallat eden de Recep Bey. Ama tabii, aynı Fetullahçılar konusunda toplumun hatırı sayılır bir kesiminin midesini bulandıran mağdur edebiyatını hala sürdürüyor. Ne de olsa, hem mağdur hem mağrur olma ayrıcalığı sadece hepyek-adam’ındır.
Recep Bey Türkiyesi’nin salınıp durduğu bir başka suçlu-mağdur sarkacı da IŞİD. Şimdi IŞİD’e karşı mücadelede en birinci olma gayretkeşliğiyle, Kürtlerin ve Şiilerin herhangi bir siyasi varlık edinmelerini önleme azmiyle yanıp tutuşan Recep Bey ve Türkiye’si, Suriye’deki iç savaşı en azından azdırmakta, IŞİD’i var etme ve sonra besleme konusunda da suçlu; ABD’yle, Suudi Arabistan’la birlikte… Türkiye medyasından çok önce bu konudaki haberler Batı medyasında boy gösteriyordu. Şimdi bu konudaki neredeyse her haber ve yorumda ansiklopedik bir gerçek olarak geçiyor bu durum. Hillary Clinton’la ilgili Wikileaks belgelerinde de rastlamıştık.
Fethullah meselesindeki salınım zaten birçok mağdur yaratmıştı. Sonra ülkeyi darbeye sürüklemekle kalmadı, ’15 Temmuz demokrasi şehitleri’ diye anılan insanların canını da bu salınım aldı. Ve “Allah’ın bir lütfu”nu müteakiben Recep Bey darbesiyle demokrasiyi Fatihasız, kefensiz gömdü.
IŞİD konusundaki salınım ise çeşitli şehirlerde bombalı saldırılarla yüzlerce can aldı bu ülkede. Ve şimdi daha beterini beklemeliyiz. IŞİD lideri Ebubekir el Bağdadi ilan da etti: “Artık nefretinizin ateşini Türk askerlerine boşaltabilirsiniz. Türkiye bugün artık menzilinize girdi, cihadınızın hedeflerinden biri haline geldi. Orayı istila edin ve güvenli yerlere korku salın.”
Hepyek-adam Türkiye’si şimdi de Irak’la çekişiyor, ‘Oralar buralar hep bizimdi, yine aslında bizim, bizden sorulur’ şımarıklığıyla. Başka bir ülkenin toprağına külhanbeyi gibi girme pişkinliği ve mezhepçilik, çatışmadan başka bir şey doğurmaz. Irak Başbakanı Haydar el Abadi bunu açık açık söyledi: “Allah göstermesin, eğer Türk Silahlı Kuvvetleri Irak’a pervasızca girdiği takdirde bedelini ödeyecektir.” Ve Irak’a karşı bir hamlenin İran’ı da karşısına alacağı açık.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun el Abadi’ye cevabının kendisi sorunun bir parçası zaten: “Kaldı ki senin gücün varsa niye Musul’u terör örgütlerine teslim ettin? Madem bu kadar güçlüsün, niye PKK yıllardır topraklarını işgal ediyor, mücadele edemiyorsun. Zayıfsın, sonra kabadayılık yapmaya kalkıyorsun.”
Peki, senin ülkende neden PKK diye bir örgüt ortaya çıktı ve yıllardır varlığını sürdürüyor? Ve sen madem bu kadar güçlüsün, liderini hapsetmene rağmen neden yok edemedin bu örgütü?
Türkiye’nin bir türlü anlamadığı şey şu: Bir sorunu yenmek diye bir şey olamaz; bir sorunu çözebilirsin ancak, yenemezsiniz. PKK’yi bitirmek mi istiyorsun? Kürt sorununu çöz. Tabii bunu Kürtlerle müzakere edip yapabilirsin. Sorunu bitirmeden PKK’yi veya başka bir örgütü yenmek imkansızdır; ABD’nin de El Kaide’yi yenmesinin imkansız olması gibi, şimdi IŞİD’i yenmenin imkansız olması gibi. Bu örgütleri ortaya çıkaran sorunları ortadan kaldırmadan ancak daha fazla kan dökülmesine yol açarsınız.
Recep Bey, pekala konuşarak, barışarak çözülebilecek bir sorunu silahla çözmeye azmederek (“Askerlik yan gelip yatma yeri değildir”) gencecik insanların ölümüne yol açıyor. ‘Şehit’ demekle bu sade gerçeği değiştiremezsiniz. Şimdi birlikleri Suriye’ye, Irak’a sokmak demek zaten cehenneme dönmüş bir coğrafyayı daha da karıştırmak ve daha fazla genci ölüme göndermek demek.
‘Şehit edebiyatı’, başkasının çocuğunu ölüme göndermek demektir. Recep Bey, başkasının çocuğunu ölüme gönderme rahatlığıyla ‘siyaset’ yapıyor — siyaset yapma tekeli de ondadır! Halk deyişiyle söylersek, ben sana cumhurbaşkanı olamazsın demedim Recep Bey, baba olamazsın dedim. Çünkü ‘bir baba/bir erkek’, kardeşim Burak’ın deyişiyle, ‘bütün çocukların babasıdır.’
Erdoğan’ın Suriye politikası Türkiye’yi zaten cephe haline, açık hedef haline getirmişti. Özellikle 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında içeride yaptıkları da ülkeyi büyük bir yırtılışın eşiğine sürükledi.
PKK’nin de Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürercesine silaha davranmasıyla, o tehlikeli eşiğin aşılması karşısında tek engel olan HDP enikonu zedelenmiş oldu. Şimdi HDP milletvekillerinin tutuklanması ise siyaseti lağvetmek demek ve sonuçları çok vahim olacak. Bu bakımdan, HDP’nin dışarıda kalan milletvekillerinin söylediği çok doğru: “Dayanışma çağrımız bize destek çağrısı değildir, iç savaşı önleme, demokrasiyi kurtarma çağrısıdır.”
Milyonlarca oyla seçilmiş HDP milletvekillerini içeri tıkmak, hak arama mücadelesinde silahlı yolu benimseyenlere güç katar, barışçı çözüm arayanları çaresiz bırakır, birçok Kürdün gözünde silahı meşru kılar. Türkiye, 1994’te de Kürt milletvekillerini Meclis’ten alıp içeri atmıştı. O zaman da bu hamleden önce PKK’ye büyük taarruz başlatmıştı. Özellikle 1993’te Irak’a binlerce askerle kilometrelerce girmişti. Zafer naraları atıyordu. Bugün de Kürt illerinde büyük taarruza kalktıktan sonra yine benzer bir hamleyi yaptığı için sadece 22 yıl geriye gitmiş olmayacak; sürecin bundan sonrasında tarih tekerrür etmeyecek.
Türkiye’nin, 20 yıl önceki gibi palasını sallayarak ‘Kuzey Irak’a girdiği dünyada değiliz artık; bir kere, orası artık Kürdistan. Irak diye bir başka bir siyasi varlık ve onun hükümranlık alanı var ve Amerikan koruması altında bir uçuşa kapalı bölge (Çekiç Güç) yok. Suriye’de de Türkiye başınabuyruk hareket edemez.
Ve içeride de 20 yıl öncesinden farklı bir durum var. Her şeye rağmen silahsız bir Kürt hareketinin etkili olabileceği görüldü – Recep Bey’i panikleten de buydu zaten. Ve Recep Bey yüzünden alabildiğine kutuplaşan bir toplum, alabildiğine partizanlaşan ve faşizanlaşan bir devlet ve onu aratmayan görevli vatandaşlar var. Recep Bey rejimi öyle bir ortam yarattı ki devletin silahlı güçlerinin yanısıra, hatta onlardan bağımsız olarak katliam tertipleyebilecek bu gönüllü kitlesi semirip duruyor. Bunların zaten işbaşında olduğunu biliyoruz, görüyoruz: Kürtlere saldırılar, Alevileri işaretlemeler, Süryani mezarlarının tahrip edilmesi, sergilerin basılması, Ezel Akay’ın bir tweet’inde işaret ettiği gibi, “soru sormadan önce başını aç noktasından başörtünü tak sorunu sonra sor noktasına gelinmesi”…
Ah tabii, medyanın da hakkını yemeyelim, payını verelim: Dün neredeyse bütün tv kanalları (CNN Türk, NTV dahil) haberi ‘HDP’ye terör operasyonu’ diye verdi.
Bir iç savaş için gerekli bütün malzemeler hazır olduğu gibi, hamur da yoğrulmuş durumda. Ve bu hamurun bir dinamit hamuru haline gelmesini önleyen en önemli güç olan HDP’yi, ‘düşük yoğunluklu bir iç savaş’ın tek panzehiri olan partiyi oyunun dışına iterseniz…
Bu, yarın iç savaş çıkacak anlamına gelmez, ama bu süreci çatışmasız geçmek imkansız artık ve Recep Bey bu politikasını bu gidişle bir büre sonra ancak katliamı göze alarak sürdürebilir. Uçurumdan önce son çıkışa doğru gidiyoruz.
Türkiye büyük bir yanlış yapıyor yine ve bu yanlış sadece Bağdat’tan değil, Musul’dan, Rojava’dan, Amed’den geri dönecek.