Türkiye’de AKP’nin, hem de en yetkili ağzından dile getirildiği üzere, bir türlü sırrına vakıf olamadığı, hükmü altına alamadığı “kültürel iktidar”ın laik/seküler doğasının, havasının, ruhunun en belirgin, yaygın, popüler ve “anaakım” göstergesi Doğan’dı.
Dolayısıyla “iktidar ağızları” açısından bu olayın “Bizans’ın fethi” gibi karşılanacağı, anlamlandırılacağı ve kutlanacağı su götürmez…
Toplumun geneli açısından ise “sokaktaki insan”ın haber adına, yorum adına, eleştiri adına hasbelkader de olsa, nispeten de olsa, hadi söyleyelim, “hiç yoktan iyi” derecesinde de olsa güven duyarak yönelebileceği yazılı ya da televizüel medya mecrası kalmadığı ileri sürülebilir.
Ayrıca iktidar, Türkiye’de özellikle yazılı medya, yavaş yavaş da televizüel medya açısından dünyadaki gidişatla da doğru orantılı olarak sektörel bazda hanidir hissedilen bir “son”u hızlandırmıştır.
Gelinen noktada Doğan grubunun, onun onursal başkanının payı yok mu peki?.. Var tabii ve buna zaten yıllardır sayısız gelişme nedeniyle defalarca değindik, eleştirdik. Artık bunun tartışılacağı aşamanın çok ötesindeyiz. Sadece şu karşılaştırmayı yapmamıza müsaade edilsin ve onunla bitirelim: Seküler toplum kesimine odaklı medyanın iktidar karşısındaki hali pürmelalini anlamlandırma yolunda iki ana simgeden biriydi Doğan… Diğeri de Demirören’dir…
Doğan, başlangıçta çok diklendiği, sonra sonra üzerine amansızca gelindiğinde de dik durmaya çalıştığı bir iktidar karşısında “hizaya çekilme”nin simgesi. Demirören ise ta en baştan o iktidar karşısında “esas duruş”un simgesi…
Esas duruş artık tek seçenek.