Açıkça ifâde edelim: Eğer Rusya müdahalede ısrar etmiş olsaydı, elinde “teröristlerin tasfiye edilmesi” gibi bir kart olacaktı. Lâkin müdahalenin yol açacağı insânî meseleler, bu kartı işlevsiz bırakacak; bu arada ne idüğü belirsiz de olsa yapılacak veyâ yapıldığı haberi yapılacak bir “kimyâsal saldırı”, Atlantik Üçlüsü adına ağır bir saldırıyı başlatmaya yetecekti. Bu ihtimâl devre dışı kalsa bile, Rusya ve rejim güçlerini İdlib’de ummadığı bir direniş bekliyor olacak; Rusya için İdlib “İkinci Afganistan” bataklığına dönüşecekti. Muhtemelen Rusya’daki mâkûl karar alıcı odaklar bu ihtimâlleri gördü ve geri adım attı. Soçi’deki Erdoğan-Putin görüşmesine Rus tarafı eli bir hayli zayıflamış bir şekilde geldi. Rusya en azından belirsiz bir süre için Türkiye’nin tezlerini kabûl etti.
Şimdi büyükçe bir pencere açalım: Eğer Doğu Akdeniz, iddia edildiği gibi fevkalâde zengin hidrokarbon kaynaklara sâhipse ve Atlantik Dünyâsı buraya hâkim olmak istiyorsa; dahası, Irak’ı Doğu Akdeniz şebekesine bağlamak istiyorsa Rusya’nın, Sûriye’deki kıyı şeridini Esad ile birlikte elinde tutması kabûl edilebilir bir durum değildir. Eninde sonunda Atlantik Üçlüsü Doğu Akdeniz’i sâdece İran’dan değil, Rusya’dan da temizlemek isteyecektir. İdlib, bu sürecin uç verdiği bir noktadır. İyimser bir değerlendirmeyle Rusya’nın bu tuzağa yakınlaşması, durumu test etmeye mâtuf olabilir. Diğer taraftan tam da bu esnâda bir Rus uçağının büyük bir ihtimâlle İsrâil tarafından düşürülmesi de Rusya’ya verilmiş bir gözdağıdır.