MURAT SEVİNÇ
Türkiye’nin akademi olmayan akademisinin büyük çoğunluğunun mensupları, ‘görünmezlik formülünü’ buldu! Az buz iş değil, önemli bir katkı memlekete.
Askerliği, 2000 yılında bedelli yapmıştım. O zaman ile bu günün farkı, şimdi olduğu gibi yalnızca banka veznesinde değil, o parayı ödedikten sonra 28 gün bir ‘askeri birlikte’ yapılıyordu bedelli askerlik. Ha bu arada, tanıdığım son derece milliyetçi ve ‘şehitler ölmez, vatan bölünmez’ korosunun şöhretli kimi akademik mensupları da, hevesle dahil olmuştu, ‘28 günlük Mehmetçik’ piyesine.
O 28 gün boyunca, anlatılmaz bir sıkıntı duydum. Bedelli yaptığım için değil; diğer bedellilerle, hakim, savcı, polis ve akademik tayfayla aynı yerde kapalı kaldığım için. Akıl almaz bir şımarıklıkla ve memleketin ‘okumuşuyla’ yüz yüze olduğum, olduğumuz için. Her neyse, konu bu değil şimdi.
Sonlara doğru, bir gün, şehirdeki en rütbeli asker olan generalin bizi denetime geleceği söylendi. Neden bilmiyorum, akşam bir ‘ödev’ verdiler. En alt rütbeli komutanımızdan, en üst rütbeliye kadar her birinin adını ezberleyeceğiz! Pek mantık aramamak, ‘Neden?’ sorusunu yöneltmemek gerekiyor haliyle. Bir de komutan bizi denetlerken asgari hareketleri şaşırmadan, düzgün bir biçimde yapacağız. Ödevimiz buydu!
Akşam, koğuşta ezber faaliyeti başladı ama bir türlü aklında tutamayan çok insan vardı ve telaş başladı. Sabah, spor sahasına aldılar ve hareketleri yaptırmaya başladılar. Baktılar ki, ortalaması yarım akıllı bir güruhla karşı karşıyalar ve komutana rezil olacaklar. Bunun üzerine başımızdaki subaylar telaşlandı!
Şöyle bir çözüm buldular: Yanılmıyorsam bizim grup 138 kişiydi. Komutan, onu takip etmemizi söyledi; bizleri tuvalet binasının arkasındaki ot bürümüş alana götürdü ve ‘Çökün’ dedi. Şaka filan yapmıyorum. 138 kişiyi otların arasına konuşlandırdı, komutanın teftişi bitene dek orada oturmamızı ‘emretti.’ Bizi, komutandan sakladılar. Görünmez olmuştuk. Yaklaşık bir saat otların arasında çökerek oturduk. Olağanüstü başarılı bir komuttu. Basit, sade, anlaşılır ve hak verilebilir! Sorun böylece çözülmüş oldu.
Bugün sabaha karşı, 701 sayılı OHAL KHK’si yayımlandı. 18 binin üzerinde kamu görevlisi daha atıldı. Bir kısmı, kurumlarının ‘kanaati’ üzerine. Sorgusuz sualsiz, haklarında bir soruşturma vs. dahi yokken.
Nasıl atıldılar? Hukuken ‘varlığı’ tartışılır, aslında seçimden sonra artık ‘olmayan,’ ancak Cumhurbaşkanı yemin edip göreve başlayana dek ‘varlığını sürdürdüğü’ kabul edilen/varsayılan/varsaydığımız Bakanlar Kurulu üyelerinin ve 12. Cumhurbaşkanı’nın imzaladığı bir OHAL KHK’si ile. Bugüne kadarki OHAL KHK’lerinin anayasa aykırılıklarını vs. bir yana bırakalım. Peki bu OHAL KHK’si diğerleri gibi yasalaşacak mı? Meclis, yeni sistemde artık olmayan bir ‘yetkisini’ nasıl kullanacak, neyi oylayacak ve yasa haline getirecek? Ya OHAL sona erince ne olacak?
Cehennemin dibi olacak. Elinin körü olacak. Zıkkımın kökü olacak…
Şimdi, hukuk garabeti tartışmasını bir yana bırakayım…
Atılanlar arasında imzacı meslektaşlarımız var.
Dokuz Eylül’den;
Cem Terzi atıldı,
İzge Günal atıldı,
Halil Resmi atıldı,
Halis Ulaş atıldı,
Yeşim Edis Şahin atıldı,
Ayşen Uysal atıldı,
Nuri Erkin Başer atıldı,
Aydın Arı atıldı,
Serap Sarıtaş atıldı,
Emel Yuvayapan atıldı,
Dilek Karabulut atıldı,
Özer Yersüven atıldı,
İzzet Baysal’dan;
Selime Güzelsarı atıldı,
Bahadır Aydın atıldı,
Gaziantep’ten;
Nevra Akdemir atıldı,
Mersin’den;
Esra Güzeloğlu Kilim atıldı,
Erzurum’dan;
Hilal Eyüpoğlu atıldı,
Sendikalı diğer eğitimci meslektaşlar, ha keza.
Şşşşşşşş….
Akademi…
Ses çıkarmayın sakın. Sakın, bir tepki metni dahi yayınlamayın. Aman ha protesto etmeyin. Ayol deli misiniz, şimdi zamanı mı bunların. Siz mi dediniz bu insanlara, gidin de şeye imza atın diye! Dönem geçer, sonrasında geçmişin bilimsel yorumunu yaparsınız yahu, acelesi ne!
Şşşşşşşşş…. Sakın ha, ses etmeyin, şimdi zamanı değil.
Hem, kurumları ve kişisel çıkarları korumak gerek!
Şşşşşşşşş…
Görünmez olun. Komutan gidince çıkarsınız.
Şşşşşşş…