Günlerden üçüncü gündü. Facianın üzerinden 36 saat geçmişti. Yeraltında sıkışanların artık sağ çıkamayacağını herkes biliyordu.
Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın iki gün aynı gömleği giymesi marifetmiş gibi anlatılırken, ölüm madenine inip arkadaşlarını çıkarmaya uğraşan madenciler perişandı. Kızılay’ın dağıttığı peynir ekmeği bile yiyecek halleri yoktu.
Muharrem Muslubaş, o gün diğer arkadaşları gibi bitkin, yerde oturup kurtarma çalışmaları için çağrılmayı bekliyordu…
Bağıra bağıra işlenen cinayetten önce de madenin iş koşulları, temiz hava, haklar, güvenlik, insanlık; kısacası her bakımdan içler acısı olduğunu, geçen 10 günde hepimiz çok acı bir biçimde öğrendik.
Faciadan önce ‘köşem’ yazarlarının ve siyasilerin öve öve bitiremediği Soma Madencilik A.Ş.’nin yeraltı koşulları felaketti… Ancak yerüstündeki tesisleri de kir pas içinde, dökük söküktü… Dalga geçer gibi ‘Önce İş Güvenliği!’ yazan levhaların önünde gelişigüzel atılmış borular, vinçler, belli ki özelleştirmeden önce neyse, o haliyle kullanılıyordu.
‘Ağlama, o şimdi şehit’
Kazayı duyar duymaz madene koşan gönüllülerden Muslubaş, gazdan etkilenen arkadaşlarının ya gülerek, ya ağlayarak can verdiğini anlattı… Bunu söylerken sakindi, ancak yaşananların insanı nasıl bir ruh haline sokabileceğini düşünün.
Sahada, pek çoğu Soma’dan gelen Kızılay gönüllüleri dışında, herhangi bir psikolojik destek yoktu. İyi niyetten şüphemiz yok. Fakat cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir (Marx).
İnsanlar çocuklarını, kardeşlerini gömerken “Ağlamayın! Onlar şimdi şehit oldu” diye aklınca teselli vermek… Yahut imam kafilesi yollamak, sorumluluğu ‘fıtrat’a yüklemenin başka bir yolu.
Yakınlarını teşhiş etmek için yüzlerce ölüyü teşhis etmeye çalışan, soğuk hava depolarının önünde kıvranan aileleri… Babalarının ölümünü kavramakta zorlanan çocukları… Aramada arkadaşlarının ölü bedenlerini çıkaran, madencilikten başka yapacak işi olmayan binlerce insanın ruh halini düşünün.
İnsanları susturmak için dahiyane bir formül
Bu yaralar, şehitlik mertebesi ve parayla sıvanmaya çalışılıyor. Sivil şehitlik, devletin Reyhanlı’dan sonra uydurduğu, insanları susturmak için kullandığı dahiyane bir formül.
Zaten memleketin dini imanı para olmuş… Sadece siyasiler değil, siviller de hesaplarını bunun üzerine kuruyor.
Dini işlere ayrılan paraları verin!
Hesap numarasını yaz, oturduğun yerden EFT’ni yap… Oh ne güzel, vicdanlar rahatlasın.
Facianın ikinci gününde bankalar “Madencilerin borcunu sileceğiz, havale parası almayacağız” açıklamaları yapmadı mı? Sen ayda 1200 TL’yı zor kazanan işçiye ne kadar faiz işletiyorsun, önce onu açıkla! Ölenlerin üzerinden çarpık bankacılık sistemini aklamaya çalışma…
Ayakkabı kutularında para biriktirmekle müsemma hükümet ise sorumluluğu havalara ıslık çalarak üzerinden atma derdinde. Rezilliğin son perdesi, Meclis’in Soma’yı tartıştığı gün bomboş kalan, kömürden, topraktan, sudan, emekten, haklardan çalarak kazanılan kanlı parayı hatırlatan koltuklar.
Yolsuzluk skandalının patlamasıyla sallabaş medya, bu paraların ‘dini işler’e ayrıldığına kendini inandırmıştı. E madem sevgili Başbakan’ınız ve bakanları, din-hayır işleri ve yüksek idealleri için kara paraları kutulaması kabul edilebilir… O zaman ne diye “Soma için yardım” kampanyaları yapıyorsunuz?
Madem bu cinayet “fıtrattan” sayılıyor, çıkarsın çikolata kutularında, elbise askılarında saklanan, emlak yatırımıyla “sıfırlanan” paraları…
19. yüzyılın sömürge şartlarına son
Elbette Soma’daki yetimlerin, dulların maddi desteğe ihtiyacı var. Ama bunun tazminini zaten devlet-şirket/şirket-devlet yapmak zorunda.
İş ki hesap versinler. Kadınlara iş, çocuklara okuma imkanı ve psikolojik destek sağlasınlar. Bir daha asla bunların yaşanmaması isteniyorsa, madenlerden başlayarak tüm işçilerin haklarını iade etsinler.
Dağları keserek, maden ruhsatları dağıtarak, suları satarak, ormanları biçerek, toprakları değersizleştirerek, kadınları ikinci sınıf varlıklar haline getirerek, insanları birbirine düşürerek, 19.yüzyıl sömürgelerini aratmayan koşullarda yaşamaya mahkum etmesinler.