TUĞAY İLYASOĞLU
Beyninizin içinde hapis kalmak nasıl olurdu hiç düşündünüz mü?
Etrafınızda olan biteni anlarken, söyleyecek fikirleriniz, yapacak şakalarınız varken göz kırpmak, hatta belki sadece gözbebeklerinizi oynatmak dışında vücudunuzda hiçbir kasınızı kontrol edemeseydiniz ne hissederdiniz?
Chaudary ve arkadaşlarının (2017) araştırmasına katılan kişiler mutlu olduklarını söylüyor. Üstelik de konuşamamalarına rağmen bunu kendileri söyleyebiliyor, çünkü araştırmacılar bir nevi ‘beyinlerini okuyarak’ onlarla iletişim kurmayı başardı.
Bir merkezi sinir sistemi hastalığı olan ve fakat bizim daha çok ‘Stephen Hawking’in rahatsızlığı’ olarak bildiğimiz amyotrofik lateral skleroz (ALS) hastaları, motor nöronlarını kaybettikleri için bir süre sonra kaslarına söz geçiremez hale geliyor. Bu duruma da beyinlerinin içinde kısılı kalmalarından yola çıkarak ‘sürgüleme sendromu’ (locked-in syndrome) adı veriliyor.
Peki nasıl oluyor da bilim insanları, sürgüleme sendromlu ALS hastalarıyla iletişime geçebiliyor?
Araştırmacılar sürgüleme sendromlu dört ALS hastasıyla birkaç hafta boyunca çalışarak onlara cevapları net bir şekilde ‘Evet’ ya da ‘Hayır’ olan basit sorular sordu. Bu esnada da beyinlerindeki aktivasyonu fNIRS ile görüntülediler. fNIRS, beynimizdeki kan akışını yakın kızılötesi ışıkla ölçen son derece pratik bir beyin görüntüleme cihazı.
Beyin okumayı başardılar
Araştırmacılar, fNIRS ile hastaların beyinlerindeki ‘Evet’ ve ‘Hayır’ modellerini çıkardıktan sonra onlara yeni ve daha da önemlisi kişisel sorular sormaya başladı ve böylece yeni beyin görüntülerini, ellerindeki modellerle karşılaştırarak hastaların ‘Evet’ mi yoksa ‘Hayır’ mı dediğini anlamayı başardı.
Sessizlik.
Bu araştırmayı okuyunca, insan bir durup sonuçlarını sindirmek istiyor. Öylesine önemli, öylesine büyük ki adeta okuyanı ağırlığıyla eziyor, içini umutla dolduruyor, bu daha başlangıç olduğu için gelecek daha büyük haberlerin hayalini kurduruyor.
Üstelik biz daha bir tane araştırmayla kendimizden geçerken, beyin araştırmaları alanında daha böyle nice araştırmalar yapılıyor. Ancak maalesef çoğu zaman bizler bu gelişmelerden bihaber kalabiliyoruz.
Dünya Beyin Farkındalığı Haftası 22 yaşında
İşte, tam da bu yüzden 22 senedir, Mart ayında Dünya Beyin Farkındalığı Haftası kutlanıyor. Bu haftanın yegane hedefi her yaştan insana beyin sağlığının önemini ve beyin araştırmalarındaki son gelişmeleri anlatmak, onları beyinleriyle tanıştırmak.
Mesela beyninizi korumak için neler yapmanız gerektiğinizi biliyor musunuz? Peki bir yunus beynini, insan beyninden ayırt edebilir misiniz? Zeka ile akıl arasındaki farkı bir örnekle anlatabilir misiniz? Nöronlarınızın nasıl çalıştığını biliyor musunuz? Sizce beyninizin çalışmadığı bir an var mı?
Bugün, sadece İstanbul’da, yaşları beş ile 15 arasında değişen 467 çocuk, yukarıdaki soruların ve çok daha fazlasının cevabını size rahatlıkla verebilir. Çünkü bu çocuklar geçen hafta, Prof. Dr. Işıl Aksan Kurnaz’ın liderliğinde, alandan birçok akademisyenin katılımıyla düzenlenen Dünya Beyin Farkındalığı Haftası’nın İstanbul’daki etkinliklerine katıldı.
Prof. Kurnaz, etkinliği İstanbul’da üçüncü kez gerçekleştirdi. Üstelik kutlamalar, İstanbul’la da sınırlı değildi. Bu özel hafta tam 20 senedir Prof. Dr. Ferhan Esen’in öncülüğünde, Eskişehir’de de kutlanıyor. Ayrıca Türkiye Beyin Araştırmaları ve Sinirbilim Derneği (TÜBAS) da son 2 senedir etkinlikleri Türkiye çapında gerçekleştiriyor.
Nöronların gücü adına
Akademisyenlerin fildişi kulelerindeki laboratuvarlarında halktan tamamen kopuk bir şekilde deneyler yaptığına inananların aksine, onlar Dünya Beyin Farkındalığı için bütün bir hafta boyunca yollardaydı ve okul okul gezdi.
Peki neden bunca çaba? Çünkü eğer beynimizi tanır, onu nasıl kullanacağımızı ve onunla nasıl başa çıkacağımızı bilirsek daha sağlıklı ve güçlü bireyler olabiliriz. Bütün bu bilgiler bizi muktedir kılabilir ya da etkinliklere katılan sekiz yaşındaki ünlü düşünür Arda’nın da söylediği gibi “Nöronların gücü adına, güç bende artık.”
Bu mükemmel hafta boyunca yaşananların en güzel özetini, geldiği aktivite merkezinde beynin dokusunun jöleye benzediğini öğrenen dokuz yaşındaki Nazlı, eğitimden sonra gönderdiği teşekkür mektubunda yaptı: “Beyin çok güzel ya da iğrenç olsa da orası tam bir okul gibi.” Haklı, eğitimler hem katılan çocuklar hem de biz etkinlik asistanları için gerçek bir okul gibiydi.
Bu okulun daha uzun yıllar devam etmesi, burada eğitim alan çocukların bir gün gelip anlatanlar, bize umut ışığı veren araştırmaları yapanlar olması dileğiyle. Bu güzelim bilgileri elden ele yayalım lütfen.
Kaynak:
Chaudary, U., Xia, B., Silvoni, S., Cohen, L.G., & Birbaumer, N. (2017) Brain-computer interface-based communication in the completely locked-in state. PLOS Biology, 15(1), 1-25.